30 Nisan 2009 Perşembe

8. Ay...

Canım oğluşumu 8. ay kontrolu için doktoru Alev teyzesine götürdük.
Bir önceki kontrolünde 20 gün sonrası için hem idrar hemde kan tahlili istemişti. Önce onları yaptırmak için Kadıköy'de Sonomed Tanı Merkezine gittik. Geçen ay kendime tahlil yaptırmak için gitmiştim ama oğlanla nasıl olur diye endişelenirken pekte düşündüğüm gibi geçmedi. Ortam çok temiz, laboratuar elemanları da dahil çalışanları hızlı, güler yüzlü ve ilgililer. Kan tahlili kısmı biraz zordu, damardan almadılar onun yerine parmakçığının ucunu delip tüpe boşalttılar, içim cız etti, çok ağladı, uzun süre bağırdı. Sonrasında idrar tahlili için poşet yapıştırdılar, bekliyoruz bekliyoruz yok, su içiriyorum, uykusu geldi pışpışlıyorum, neyse azıcıkda olsa yapınca hemen çıktık. Tahlil sonuçlarını bekleyip vakit kaybetmek istemedim nasıl olsa doktorun ofisine fakslatıcaktım, zaten oğluşum da yolda uyuyakaldı...

2 gün sonra Alev teyzesini görmeye gittik, babası gelemedi, Yasemin teyzesi geldi O'unu yerine..
Eveet muayene sonuçları: Emeklemeye başlamasına rağmen -bu konuyu daha sonra detaylandırıcam- 540 gr almış ve kilosu 8,500 gr olmuş. Boyu geçen aya göre 1cm uzamış ve 69cm olmuş -göbüşe ve gıdığa gitmiş yedikler:)-. Baş çevresi de 1 cm büyümüş ve 44cm olmuş. Çıkan 2 dişinin durumunun iyi olduğunu ve üstteki dişlerinin şiştiğini yakında geleceklerinin müjdesini verdi.

Dr. Alev muayeneye kucağımda devam etmek zorunda kaldı çünkü bizim oğlanı etrafta karıştırabileceği o kadar malzeme varken zapt etmek mümkün olmadı. Yemek düzeni ile ilgili bir değişiklik yapmadık, alması gereken besin ve kalsiyumu alıyormuş. Ayrıca kendi kendine koltuğa tutunarak ayağa kalkma, yavaş yavaş sıra gezme gibi yürüme aktiviteleri başladığı için ayakkabı giydirmeye gerek olup olmadığını sorduğumda çorabın yeterli olduğunu söyledi. Araştırdığımda çorapla yürümenin bebeklerin hem işini kolaylaştırdığını hemde ayakları için daha sağlıklı olduğunu öğrenince içim rahatladı.

Sonrasında sıra aşısına geldi. Bu sefer karma aşı oldu oğlum ama çok şükür geçen sefer ki kadar çok ateş yapmadı, ilaç verme taraftarı olmadığım için ateş düşürücü vermeme gerek kalmadı. Canım benim yaa...

Bu arada araştırmalarım sonucunda Anne ve Bebek dergisininden ayakkabı kullanımı ve seçimi ile ilgili süper bir yazı buldum:

Ayakkabı konusunda bilmeniz gerekenler:

Bebeğiniz ilk adımlarını 9-15 ay arasında atmaya başlar. Bu yüzden ona yumuşak ve bileği iyice kavrayan yüksek bileklikli bir ayakkabı almalısınız, bileğinin sağlam bir destek aldığını hisseden bebeğiniz adımlarını daha rahat atar. İlk adım ayakkabılarının özellikle ortopedik olmasına dikkat edin, ortopedik ayakkabılar ileride bebeğinizin yürüme bozuklukları ile karşılaşmasını en az indirecektir. Ayakkabının topuğunun alçak olmasına ve bebeğinizin ayağına tam oturmasına dikkat etmelisiniz ayrıca derisi yumuşak olmalı, şekli ayak ve parmaklarının şekline uyum sağlamalı. Burun kısmı sivri değil yüksek ve köşeli olmalı ve ayakkabının üst kısmı hava alabilmeli, üstü plastik ya da suni deriden yapılmış ayakkabılar ayakların hava almasını engeller ve nem tutmasına neden olur bu yüzden alacağınız ayakkabının gerçek deri veya çadır bezinden yapılmış olmasına dikkat edin. Bebeğinizin ayakkabısı hafif olmalı nasıl adım attığını yeni yeni öğrenen bebeğiniz için ağır bir ayakkabı onun işini daha da zorlaştıracaktır. Ayakkabı çocuğunuzun ayağına uygun olmalıdır,dar gelen ya da gelecek sene de giysin düşüncesi ile büyük alınan ayakkabılar çocuğun ayaklarının su toplamasına, takılıp düşmesine yol açar, büyük ayakkabılar yürümeyi zorlaştıracağından bebeğinizin yürümeyi öğrenmesini de geciktirebilir. Ayakkabının tabanının esnek olmasına dikkat edin. Ucunu zorlanmadan 40 derece bükebilmelisiniz. Ayakkabının tabanları, ne çocuğunuz yürürken onun kaymasına neden olacak kadar kaygan ne de ayağını yerden kaldırmasını zorlaştıracak kadar zemini kavrayan tipte olmalı eğer aldınız ayakkabının tabanı kaygansa zımpara kağıdı ile pürtüklü hale getirebilirsiniz ya da tabana birkaç şerit yapıştırabilirsiniz.

Ayakkabı seçimi nasıl yapılmalı:

Ayakkabının çocuğunuza uygun olup olmadığını parmaklarınızla kontrol edebilirsiniz, bunu en geniş olduğu yerden dış kenarını sıkarak ayağın ayakkabı içindeki durumunu anlayabilirsiniz. Eğer ayakkabıyı iki parmağınızın arasında rahatlıkla kavrayabiliyorsanız ayakkabı çocuğunuz için çok geniştir, hiç kavrayamıyorsanız ya da parmağınızı ayakkabının kenarı boyunca gezdirdiğinizde çocuğunuzun serçe parmağını hissediyorsanız ayakkabı dardır. Ayakkabıyı giydirdiğinizde ayakkabının ön kısmına elinizle bastırın eğer bir parmak boşluk hissediyorsanız ayakkabı çocuğunuz için uygundur. Ayakkabının çocuğa uygun olup olmadığını topuk kısmından da kontrol edebilirsiniz, serçe parmağınızı topuk kısmına soktuğunuzda parmağınız hiç girmiyor ya da zorlanıyorsa ayakkabı küçüktür ve çocuğun topuğuna sürter. Eğer parmağınız çok rahat hareket ederse bu sefer ayakkabı çok bol demektir, ayakkabıyı çocuğunuza mutlaka ayaktayken denetin. Çocuğunuz tek başına yürüyemiyorsa birkaç adım atmasına yardım ederek ayakkabı ile rahat adım atıp atmadığını kontrol edin. Adım atarken ayaklarını yerde sürüklemediğinden, ayakkabıların çocuğa ağır gelmediğinden emin olun. Ayakkabı ile giyeceği çoraba da dikkat edin, çorap ne çok kalın ne de çok ince olmalı. Ayakkabıyı denetirken çocuğunuzun parmaklarını ayakkabı içinde kıvırmadığından emin olun. Ayakkabı giymeye alışık olmayan ya da nazlanan çocuğunuzun baldırını ovalarsanız kasları gevşer ve ayak parmakları açılır. Son olarak bebeğinizin ayakları hızlı büyüdüğü için ayakkabısını belli aralıklarla kontrol etmeyi ihmal etmeyin, ayakkabının dar geldiğini fark ettiğinizde mutlaka değiştirmelisiniz.

29 Nisan 2009 Çarşamba

New Moon...

Alacakaranlık serisinin ikici kitabı New Moon...
Serinin ilk kitabını okuduktan ve izledikten sonra devamını gerçekten çok merak etmiştim ve soluksuz bir şekilde ikinci kitabı okumaya başladım. Diğer kitapta olduğu gibi sürükleyici ve akıcı bir dil var, her yeni bölüm başladığında diğer bölümlere ufak ufak göz atmaktan kendimi alamadım. Hatta normalde hiç yapmam ama kitabın ortalarına geldiğimde artık o kadar merak ettim ki kitabın sonunda hangi isimler var diye hızlı hızlı göz attım- kitabı okuyanlar neden isimlere baktığımı daha iyi anlar-.
Kısaca bahsedersem kurtla kuzunun aşkı son sürat ilerlerken beklenmedik olaylar çiftimizin arasını bozuyor ve ilk kitapta çok da önemli görünmeyen karakterler önem kazanmaya başlıyor. Ancak bu kitap gerek Jacob ile Bella' nın arkadaşlığını detaylandırmasıyla gerekse Edward' ın Bella' ya ne kadar bağlı olduğuna değinmesiyle bana daha çok serinin üçüncü kitabı Eclipse bir nevi giriş gibi geldi. Şanslı mı -aşkı bulduğu için- , şanssız mı -beladan kurtulamadığı için- hala karar veremedim ama Bella' nın serinin ilerleyen bölümlerinde başına neler gelecek çok merak ediyorum. Bu arada yine ingilizcesini okumayı tercih ettim çünkü sonunda üçüncü kitaptan bir bölüm olacağını biliyordum ve üçüncü kitap bende -henüz- yok. Sonu fırtına öncesi sessizlik izlenimi verdi. O yüzden çok da beklediğimi bulamadığım ikinci kitaptan sonra üçüncü kitabı mutlaka okumam lazım yoksa hayatta rahat edemem...
Bu arada kitabın filmi çekildi bile, bu yaz gösterime girecek ama eminim çok daha erken izleme fırsatım olucak. Filmin fragmanı için buyrun... Ayrıca soundtrack' inde ilki kadar iddalı gruplar var, buyrun...

27 Nisan 2009 Pazartesi

23 Nisan...

Canım oğluşumla birlikte havanın soğuk olmasından dolayı cumartesi gününe ertelenen 23 Nisan şenliklerine katıldık. Gerçekten ana-baba ve çocuk günüydü, yaşı gereği pek anlamadı tabi ama annesi çok heves etmişti :) Etrafa bakındı bol bol, şaşırdı ama fotoğraftanda görüleceği üzere pek eğlenmedi, kısa sürdü 23 Nisan maceramız ve erken ayrıldık parktan...
Önce babasının ofisine uğradık, birkaç saattir görüşmüyorlardı hasret giderdiler:) Sonrasında Göztepe parkında Elif ve annesi ile buluştuk...

Minik kızımızın keyfi çok yerindeydi maşallah, etrafa gülücükler saçtı. Ben demiştim gülünce gözlerinin içi gülüyor diye, bakınız:)

Oğluşumun keyfi yerine gelmedi bir türlü, Deniz teyzesi ile güldürmek için çok uğraştık ama başaramadık. Huysuzluğu gün içerisinde de devam etti, canım benim dişlerinden ara ara çok çekiyor...

26 Nisan 2009 Pazar

Hediyeler...

Canım oğluşuma halası Adanalar'dan yapmış göndermiş, hepsi birbirinden güzel, düğmeleri nazar boncuklu, kuşlu birbirinden cici hıkralar, süveterler... Denedik biraz büyük geldi seneye kışa ancak olur:)
Ellerine sağlık halası, öpüyoruz tatlı yanaklarından...

25 Nisan 2009 Cumartesi

Masaj zamanı :)

Oğluşum doğdugu günden beri banyo yapmayı çok seviyor. Gerçi ilk banyosunun hastane de yaptığında çok ağlamıştı, hemşire küvet şeklinde bir lavabonun içinde döndüre döndüre yıkarken çığlıklarından içim acımıştı ama bitince kokusu dünyanın en güzel kokusuydu. Sonrasında bizde 40'ı çıkana kadar hatta 2 aya yakın hergün yıkadık ama havalar soğumaya başladıktan ve kaloriferler yanma ile yanmama arası bi duruma gelince biraz daha seyrekleştirdik. Ayrıca üşütmemesi için banyo yaptırdığımız günlerde dışarı bile çıkartmıyorduk, aslında hala öyle. O zamanlar tek başıma yıkayabiliyordum ama şimdi o kadar hareketli ve o kadar yerinde durmuyo ki 2 kişi zor tutuyoruz birde işin içine köpük eklenince balık gibi kayıyo elimizden. Bu sebepten hala kendi küvetinin içinde odasında yıkıyoruz, büyük küvete geçiş yapamadık, birimiz yıkarken diğerimizin eli sürekli üzerinde çünkü elinde yengeç arkadaşı, heran yerinden fırlayacakmış gibi cin cin bakıyor etrafa :) Bir de banyosunu özellikle uyku zamanına yakın ve karnının çok dolu olmadığı sabah saatlerinde yaptırmaya dikkat ediyoruz ki banyo sırasında kusmasın ve sonrasında rahat uyusun.
Banyosunu yaptırdıktan sonra masaj zamanı başlıyor. Odayı öncesinde ısıtıyorum böylece hem banyo
sırasında hem de sonrasında masaj yaparken üşür stresi yaşamıyorum. Yönlendirmeler için Alan Heath' ın Bebek Masajı kitabını kullanıyorum. İlk aldığımda hem takip etmek hem oğlanı zapt etmek hemde masaj yapmak çok zor olacağı için hareketleri biraz çalıştım. Bir nevi ön hazırlık diyelim. Kitapta masajın ne zaman, nasıl bir ortamda nasıl yapılacağı çok detaylı ve güzel bir şekilde anlatılmış. Masaj yağı olarakta çok aromalı yağlar yerine dayısının gönderdiği baby butter' ı kullanıyorum -yoğun koku rahatsız ediyor-. Kıvamlı ama akıcı bir krem, memnunuz:) Başlayana kadar biraz zorlanıyor, dönüp ayağa kalmak istiyor ama yavaş yavaş alıştıktan sonra etrafa gülücükler saçmaya başlıyor.

Webanne sitesinden masaj ile ilgili dikkatimi çeken bir kaç önemli nokta;

Masajın Yararları
Normal doğmuş ve sağlıklı bebeklerde masajın fiziksel ve ruhsal gelişimde olumlu sonuçları olduğu uzun yıllardır kabul edilmekte ve yapılan araştırmalar da sürekli olarak bunu doğrulamaktadır. Problemli bebeklerde masajın etkileri konusunda yapılan araştırmalar oldukça fazladır. Gerek sağlık uzmanları gerekse bebeklerin yakınları, masaj yapılan bebeklerde pek çok olumlu etki gözlediklerini belirtmektedirler.
Bazı araştırmacılara göre bebek ilk dokunma/masaj deneyimini normal doğum esnasında yaşıyor. Dokunma, erken gelişen ve çok önemli bir duyumuzdur. Masaj 'daha iyi dokunma' sanatıdır, vücudun tüm noktalarını rahatlatma amacını taşır. Dokunmanın geliştirilmiş şekli olan masaj ile bebeğinizi daha yakından tanıyabilir ve onu daha iyi anlayabilirsiniz.
Masaj yalnızca bebek ve masaj yapan kişi arasında bir bağ oluşturmakla kalmaz, dokunma uyarısı yoluyla, vücutta bir dizi olayı başlatır. Beta-endorfinlerin salınımı, vagus sinirinin uyarılması, seretonin üretiminin artışı gibi biyokimyasal değişiklikler, pek çok olumlu fiziksel ve klinik sonuç doğurmaktadır. Örneğin, Vagus'un uyarılması insulin salgılanmasını, bu da gıdaların emilimini artırarak gelişmeyi hızlandırır. Masaj dolaşım sistemini de aktive ederek kalbin iş yükünü azaltır, solunum ve sindirim sistemini daha etkin hale getirir.


Dokunma ve Masajın Yararlı Etkileri
Biyokimyasal Etkileri:
Stres hormonlarının düzeyini azaltır, (katekolaminler)
Seretonin miktarını artırır. Seretonin uykuyu başlatan bir maddedir.
Fiziksel ve Klinik Etkileri:

-Bağışıklık sistemini güçlendirir, akyuvarların sayısı artar.
-Beyin dalgalarını olumlu şekilde etkiler.
-Solunum ve dolaşımı iyileştirir.
-Sindirim ve boşaltım sistemlerini uyarır.
-Kilo almayı hızlandırır.
-Depresyonu azaltır.
-Atikliği artırır.
-Motor gelişme ve koordinasyonu geliştirir.
-Kendine güveni artırır.
-Sakin uyku sağlar.
-Ağrıyı azaltır.
-Bebeklerde gaz ve koliği azaltır.
-Anne-Bebek arasındaki bağları güçlendirir.
-Genel sağlığı korur.
-Bebeğin daha sosyal olmasını sağlar.


Dikkat Edilecek Noktalar

-Bebeğiniz bazen yorgun olabilir ve her türlü dış uyarı ona fazla gelebilir. Bu durumda dinlenmeye ihtiyacı vardır. Bırakın biraz dinlensin. Uyandıktan sonra masaj yapmayı tekrar deneyin.
-4-7 aylar civarında, bebek emeklemeye başladığında, daha hareketlidir ve masaja daha az ihtiyacı olabilir.
-Emme ve diş çıkarma dönemlerinde bebeğinizin rahatlaması için onu öpün ve yumuşak hareketlerle okşayın. Alt ve üst çeneye masaj yapın.
-Unutmayın siz bebeğinizin aynasısınız, sizden gördüğü davranışı aynı şekilde yansıtacaktır. Bu yüzden masaja başlamadan önce siz de rahat olmalısınız.
-Bebeğinizin vücudunda ellerinizin rahat hareket etmesini sağlayacak miktarda ellerinize bebe yağı sürünüz. Masaja hafif dokunuşlarla başlayınız, kendinizi güvende hissettikçe ve bebeğiniz masaja alıştıkça, uyguladığınız basıncı yavaşça arttırınız.
-Son olarak ve en önemlisi, masaj her gün yapılması gereken sıradan bir aktivite değildir. Ancak sizin ve bebeğinizin tüm dikkatini gerektiren bir uygulamadır. Bunu da ancak sevgi göstererek, onu bol bol okşayıp öperek sağlayabilirsiniz. Her şeyin ötesinde masaj hem size, hem bebeğinize keyif vermeyi amaçlayan, neşeli ve aynı zamanda onun sağlığına katkısı olacak bir aktivitedir.


Hangi Durumlarda Masaj Yapmamalısınız?

Bebeğinize yalnızca sağlıklı olduğu zamanlar masaj yapmanız çok önemlidir.
-Doğumdan sonraki 6-8 hafta içinde yapılması gereken genel kontrol yapılmamışsa,
-Kemiklerinde herhangi bir kırık ya da eklemlerinde bir hareket sorunu varsa,
-Son bir hafta içerisinde aşı olmuşsa ya da bir aşının yan etkilerinden tam olarak
kurtulamamışsa,
-Tedavi amacıyla ilaç içiyorsa,
-Cildinde bir enfeksiyon, isilik, egzema ya da döküntü varsa,
-Sizin bir cilt enfeksiyonunuz varsa,
bebeğinize asla masaj yapmayın.


22 Nisan 2009 Çarşamba

Twilight, the book...

Stephenie Meyer ' ı bestseller yapan kitap Twilight... Sonunda bitirebildim. Çok sürükleyici, konusu vampirler olan bir kitaba göre şaşırtıcı şekilde duygusal ve vahşetten uzak -ki bunu serinin ilk kitabı olduğundan dolayı diye düşünüyorum-, insanı içine alan, meraklandıran bir kitaptı.
Daha önceki
yazımda da belirtmiştiğim gibi filmi yapılan kitaplar için kitap her zaman filmden daha başarılı oluyor. Yaklaşımım bu seferde kanıtlamış oldu, filmde havada kalan noktalar kitabı okumamla yerlerine oturdu. Filmde eksik olan en önemli nokta Edward' ın (asıl oğlan) vampir doğasına aykırı bir şekilde nasıl oluyorda bir insana (Bella, asıl kız) bu kadar aşık olabildiğiydi. Ama kitap o kadar destekleyici yaklaşmış ki sonuna doğru "evet ya aslında çok da normal" demeye başlıyorsun ve ne olursa olsun birlikte mutlu olmalarını istiyorsun. Kısacası kurt ile kuzunun aşık olağan bir durum gibi görünmeye başlıyor. Evet biraz Buffy, the Vampire Slayer havası var ama kesinlikle oyunculuk ve konuya yaklaşım daha başarılı.
Bu arada kitabın ingilizcesini okudum; açık, sürükleyici ve anlaşılır bir dili vardı. Uzun zamandır hatta hatırladığım kadarıyla liseden beri ingilizce kitap okumamıştım. Filmleri orijinal izlemekten hoşlandığım gibi kitabıda ingilizce okumaktan çok keyif aldım. Arşiv amaçlı türkçelerinide almıştım - Alacakaranlık ve Yeni ay- ki şunu fark ettim ingilizce olan kitabın sonunda türkçesinin sonunda olmayan bir bölüm daha var, serinin bir sonraki kitabı New Moon' dan alınmış yaklaşık 10 sayfalık bir yazı. Filmi izlediğim ve serinin daha okumam gereken kitapları olduğunu bildiğim için kitap bitince rahattım ama ne zamanki o 10 sayfacık bölümü okudum merakım tavan vurdu. 2. kitabı yanıma almadığıma pişman oldum.
Ayrıca yazarın da çok enteresan bir hikayesi var. Kolejden mezun olduktan sonra bir ofiste asistan olarak çalışmaya başlar ve çocukları olunca da işi bırakır. Kendi halinde bir ev hanımıyken bir gece rüyasında vampir görmesiyle serinin ilk kitabının tasladığı ortaya çıkar. Bu hikaye çok hoşuma gitti, sevgili yazarımız, rüyaların gerçekten yeni bir kapı açtığına, bir anlamı olduğuna dair düşüncelerimi desteklemiş oldu :)

21 Nisan 2009 Salı

Eskiler...

Gerçekten çok özlediğim, varlığıyla hayatıma çok şeyler katan, çocukluğumun vazgeçilmez bir parçası: ananem. Kaybedeli 12 yıl oldu ama şu satırları yazarken bile gözlerim yaşardı, boğazım düğüm düğüm oldu...
Annem çalıştığı için kardeşim ve benim gönüllü bakıcımızdı. Çok akıllı, çok çalışkan, çok becerikli bir kadındı. Çocukluğumuzu düşününce annem ve babamdan sonra ananem geliyor aklıma hatta bazen ilk. Eküri gibiydik, yaramaz bir çocuk olmama rağmen beni gittiği her yere götürürdü. Beraber gitmekten en keyif aldığım ama en yorucu yerlerden biride pazarımızdı. Sinop küçük bir şehir, sadece perşembe günleri kurulan pazara bütün köylerden ve sehirden insanlar gelirdi. İnsanlarla sohbet etmekten, selamlaşmaktan alışveriş yapamazdı ananem. Çok sevilirdi. Yaratıcıydı da, çok güzel dikiş dikerdi. Hatta bir sefer dedemin eski kravatlarından paspas dikmişti :))
Aklıma gelen yazmak isteğim o kadar çok olay varki; ne bilim bakır yemek tası, mısır ekmeği, silörü, zeytinli ekmeği, dolması, oturarak namaz kılması, tarhanası, soba yakması, mısır patlatması, gülüşü, kokusu, sevgisi, tığ örgüsü, annesi, bana kuşum deyişi...
Ananem seni hala çok seviyorum...


Canım kuzum, erkek kardeşim Esat'ım... Çocukluğumun en eğlenceli hatıraları ikimizin birlikte geçirdiği zamanlardı. Çok kavga ederdik ama ayrılamazdık, iyi arkadaştık. Gerçekten kafası çok farklı çalışan, değişik bakış açısı olan bir çocuktu. Çok iyi bir ikiliydik, fikir benden çıktıysa O desteklerdi, O'ndan çıktıysa ben. Tabi böyle olunca da ortalığı birbirine katardık, evde kırılmadık eşya, cam bırakmamıştık hatta bir sefer oynarken orta sehpayı bile kırmıştık :)) Canım annem ya gerçekten çook sabırlı bir kadındı, hala öyle, bağırdığını bile hatırlamıyorum.
Özlüyorum kardeşimle aynı evde yaşadığımız günleri. Uzun zamandır yurtdışında olmasının verdiği özlemle varlığını daha çok arıyorum.


Elbiselerim...

Ayakkabılarım ve montum...
Benden sonra kardeşim ve kuzenlerimde giydiler:)

17 Nisan 2009 Cuma

Emzik...

Canım oğlum emziğini çok seviyor. İlk defa 3 haftalıkken doktoruna da danışarak vermiştik. Emerken emzikten o kadar çok ses çıkarıyordu ki kendimizi gülmekten alamıyoduk:) Ama itiraf etmeliyim ki başlarda meme emmeyi bırakır yada zorlanmaya başlar diye çok korkmuştum ama ilgisi hiç azalmadı. Hatta ben işe başlayıp, sütümü sağmaya başladıktan sonra gündüzleri biberona geçince bile "emzik emen çocuk biberona daha kolay alışır" kanısını çürütürcesine biberonu uzun süre diliyle itmişti.

Fotoğrafta oğluşumun doğduğundan bu zamana kullandığı emzikleri, atmaya kıyamadım yatak süsü oldular:) Çok fazla emzik denememize de gerek kalmadı Chicco' nun yeni doğan emziğini çok kısa bir süre kullandı ve hemen sonrasında Nuk' un silikon 1 numarasına geçti. Artık 7 aylık olunca da 2 numarasına geçse dedik ama gözümüze de çok büyük görünüyordu. Doktoruda zorlamamızı eğer isterse zaten kullanacağını söylediği içinde bizde alıştıra alıştıra 2 numaraya geçmeye karar verdik. Son 2 haftadır sorunsuz (çok şükür!) bir şekilde 2 numarayı kullanıyor. İyi de oldu 1 numaralı emzikle uyurken ufak olduğu için ağzında çıkarmıyordu ama şimdi 2 numara biraz daha büyük olduğu için biraz emip bırakıyor. Zaten uykusu geldiğinde, uykudan yeni uyandığında yada huysuz olduğunda emzik veriyoruz diğer zamanlarda O' da istemiyor, ağzından çıkartıp oynamaya başlıyor aslında konuşmasını ertelememesi ve çok alışmaması için böylesi çok daha iyi. Ara ara üst dişlerinden sıkıntısı olduğunda büyük bir hırsla emiyo emziğini, bir umut çıkmalarını bekliyoruz ailece.

Emzikle ilgili doktor yorumlarını araştırırken daha önceki bir yazımda da belirttiğim Psikolog Sinem Olcay' ın emzik ile ilgili yazısını okuyunca paylaşmak istedim:

3 yaşına gelmiş hala emzik emen çocuklar gördüğümüzde hepimiz yadırgarız ve belki de bebeklere en baştan hiç emik verilmemeli diye düşünürüz. Çoğu yeni anne emziği gereksiz ve kötü bir alışkanlık olarak değerlendirir ama emziği denemeye başladıklarında bu fikirleri değişebilir. Bazı bebekleri emzirirken ilk 20 dk boyunca iyi beslendiğini ama devam eden zamanda pek süt çekmiyor olsa da memeye yapışık bir şekilde kalıp emme hareketleri yapmaya devam ettiğini görebilirsiniz. Bu durumda bebeğinize bir emzik verirseniz ilk denemede kabul etmese bile zamanla emme ihtiyacını emzikle karşılamaya başlayacağını görebilirsiniz. Bu durum sizin için de rahatlatıcı olacaktır.

Emme refleksi insan yavrusunun beynine güçlü bir şekilde yerleşmiştir. Ayrıca, bebeklerin sakinleşmesini en çok sağlayan aktivitelerden biridir ve bebeklerin üzerindeki gerginliği atma ve sütünü bitirdikten sonra kendi kendine gevşeme yoludur. Bazı bebeklerin emmeye diğerlerinden daha çok ihtiyacı olur. Bu bebekler annenin memesinin daha uzun bir süre boyunca emerler sonra yumruklarını, battaniyelerini ya da ebeveynin parmak eklemlerini emmeye devam ederler. Bir emzik emmek aynı derecede rahatlatıcı, sakinleştirici ve hatta bebeğiniz için gerekli bir aktivite olabilir. Bu davranışın içgüdüsel temelleri vardır.


Ancak ilerleyen aşamada emziğin bebeğin dil gelişimini engellediğinden endişe edilir. Eğer emzik, aşırı kullanılıyorsa yani bir ebeveynin bebeğin çıkardığı sesler karşısındaki ilk tepkisi emzik vermek ise evet önünde sonunda bebeğin cıvıldama ve sesleri keşfetme ihtiyacını zedeleyecektir. Bebeklerin çoğunun emziğe duyduğu ihtiyaç kelimeleri kullanmaya başlamadan çok önce 4 ya da 5 aylıkken azalır. Bu aşamadan itibaren emzik kullanımını kısıtlamaya başlamak gerekir. Örneğin, bebeğiniz büyüdükçe gündüz uyanık olduğu zamanlarda bebeğinize emziğini vermeyip bu vakitleri sizinle ya da çevreyle etkileşim halinde geçirmesini teşvik edebilirsiniz. 4-5 aylık bir bebekte emzik sadece uykuya geçiş zamanlarında kullanılan bir nesne olabilir.

Özetle, yaşamın ilk aylarında bebeğinizle emziği çok rahat kullanabilirsiniz ama sürenin uzadığını ve emziği bırakma zamanı geldiğini düşünüyorsanız emzik bıraktırma sürecini önceden düşünmeli, bunu yumuşak geçişlerle yapmalısınız. Emzik bırakma aşamasında bebeğiniz kısa süreli gerileyebilir, size daha çok ihtiyaç duymaya başlayabilir. Bu dönemde onu biraz şımartmanız gerekebilir. 2-3 yaşındaki ve daha büyük çocuklara emzik bıraktırırken çocuğunuzun hayatından önemli bir şeyi çektiğinizi unutmamalı ve bu dönemde mutlaka bir uzmandan yardım almalısınız.

Birde hekimce sitesinden aklımın bir köşesine koyduğum şu notlar var:

Emziğin Seçiminde ve Kullanımında Dikkat Edilmesi Gerekenler

- Emzik tabanı bebeğin emziği yutmasını engeller. Bu plastik kısım burun deliklerini kapatmayacak şekilde yapılır ve hava geçmesini sağlamak için delikleri içerir. Geceleri yumuşak malzemeden yapılanları tercih etmemelisiniz.

- Emzikler kauçuk ve silikon olmak üzere iki maddeden yapılırlar. Kauçuk doğal bir maddedir, elastik ve dayanıklıdır. Özellikle diş çıkartan bebeklerde kauçuk emzik kullanmak uygun olur. Ancak kauçuk emzikler, suyu içlerine emdikleri için çabuk bozulur. Silikon da silisyumdan üretilir. Silikon emzikler kolay bozulmaz, ancak diş darbelerine karşı dayanıklı değillerdir. Bu yüzden silikon emzikler henüz diş çıkarmamış bebekler için daha uygundur.

- Damaksız emzikler anne memesini andırdığı için bebekler tarafından tercih edilir. Ancak bu tür emzikler özellikle bir yaşından sonra damağa baskı yaparak damak yapısını ve üst ön dişlerin sıralanışını bozabilirler. Bu tür emziklerin bir yaşından sonra kullanılması önerilmiyor. Damaklı emzik ise daha elips ve yukarı doğru kıvrıktır. Bu anatomik şeklinden dolayı 2-3 yaş arasında bile rahatlıkla kullanılabilir. Damağa tamamen adapte olduğundan, herhangi bir bozukluğa neden olmaz.

- Doğrusu bebekleri geceleri emziksiz uyutmak daha zor olur. Bebek emziksiz uykuya dalamıyorsa, damaklı emzik tercih etmelisiniz. Bebek uykuya daldıktan sonra ise onu uyandırmadan emziği ağzından almalısınız.

- Emziği bebeğe vermeden önce şekere veya bala batırmak hatalı bir alışkanlıktır. Bu hareket bebeğin diş minelerini zedeler ve diş çürüklerine neden olur. Ayrıca buna alışan bebek, ağzında sürekli tatlı bir tat almak isteyebilir. Bebeklerin kalıcı olmayan süt dişlerinin de bakımı çok önemlidir. Eğer bunlara iyi bakılmazsa hemen altlarında bulunan kalıcı dişler de zarar görebilir.

- Emziğin temizliği üretildiği malzemeye göre değişir. Kauçuk olanlar özel bir dezenfektan madde yardımı ile soğuk sterilize edilmelidirler. Silikon olanlar ise sıcak yöntemle de steril hale getirilebilirler.

- Yeni doğan bebeğinizin burnunu tıkamaması için, emziğin arkasındaki plastik ağızlık bölümünün küçük olması gerekir. Ama bebeklik dönemini aşmış çocuğunuz için emzik alacaksanız, arkasındaki ağızlık bölümünün, olduğu gibi ağzına sokamayacağı, dolayısıyla da boğulmasına yol açamayacağı kadar büyük olmasına dikkat edin.

- "Ortodontik" diye nitelendirilen emziklerin meme başları yassıdır; buna karşılık daha alışılmış çeşitlerin, başları yuvarlaktır. Ortodontik çeşitlerin dişetleri ve dişler için daha iyi olduğu ileri sürülmekle birlikte, bebeğinizin hangisini seçeceğini görmek için her ikisini de denemeniz daha doğru olur. plastik ağızlığın biçimi, bebeğinizin değil, sizin seçiminize bağlıdır; bununla birlikte, hangisini seçerseniz seçin, havasızlıktan boğulmaya yol açmaması için, üstünde havalandırma delikleri bulunmasına dikkat edin. Emziğin ağızlığında havalandırma delikleri bulunması, bebeğin burnunun tıkalı olması ya da daha büyük bir çocuğun bütünüyle ağzına alması durumunda son derece önemlidir.

- Bütün emzikler onaylanmış güvenlik standartlarına uygun olmalıdır. Etiketinde standartları açıkça belirtilmeyen emzikleri sakın almayın. Emzikleri biraz olsun yıpranmaları durumunda bile, atın.

- Emzikler, çok küçük bebeklerin boyunlarına asılmamalıdır, boğazlarına dolanarak boğulmalarına yol açabilirler.

- Yeni doğmuş bebeğinizin emziğinin, tıpkı biberon memeleri gibi, mikroptan arındırılması gerekir. Biberonların mikroptan arındırılmasında yararlanmış olduğunuz yöntemleri, emziklerde de izleyin.Bebeğiniz parmaklarını ve başka nesneleri sık sık ağzına soktuğu yaşa geldiğinde, artık emzikleri mikroptan arındırmaya gerek kalmaz.

- Ama kuşkusuz, emziği yere düşünce, mutlaka iyice yıkadıktan sonra yeniden verin. Kullanılmayan emzikleri hep aynı kabın içinde tutmak, hem temiz kalmalarını sağlar, hem de bebeğiniz yaygarayı bastığında, "emziğini nereye koymuştum?" diye dört bir yana koşuşturmaktan sizi kurtarır.

16 Nisan 2009 Perşembe

Bekliyoruz...

Ailece sabırla bebişleri bekliyoruz...

Hikayenin başlangıcı için buyrun...

15 Nisan 2009 Çarşamba

Empati...

Adam Fawer'ın ikinci kitabı...

Olasılıksız' ı okuyup çok beğendikten sonra okumak için sabırsızlandığım bir kitaptı ancak çok da beklediğim gibi çıkmadı. Matematikçi yanıma hitap eden Olasılıksız' ın aksine Empati' de insan üstü güçler ağır basıyor. Aslında X-Men hayranı biri olarak fantastik filmleri ve kitapları severim ama yazar 640 sayfalık kitapta konuyu laf kalabalığı yaparak anlatmış yazık ki çok da başarılı olamamış. Nacizane fikrim 400 sayfa yeterde artardı.

Kitapta geçmiş ve şimdi içiçe anlatılmış, bir bölümde 2 yıl öncesinde diğerinde herşeyin bitimine 1 gün kalayı okuyabiliyorsunuz. Bu da hoş bir albeni katmış. Olaylar empat öğretmen Laszo ile yetenek avcısı empat Darian' ın kendileri gibi olan Elijah ve Winter' ı Organizasyon'un himayesindeki okula götürmeleriyle başlıyor. Ters giden olaylar sonucunda çocukların güçlerini unutmaları sağlanıyor ta ki bazı şeyler değişene kadar. Devam etmiyorum okumak isteyenlerin tadını kaçırmayayım. İlk kitabından sonra daha sürükleyici olur diye bekliyordum ama hayal kırıklığına uğradım.

Aslında çok da yermek istemiyorum, güzel noktalarda vardı örneğin gerçeklik payı olan gizli CIA organizasyonlarına, felsefik yaklaşımlara ve bilimsel deneylere yer verilmiş olmasıydı. Neyse beni meraklandıran ama hayal kırıklığına uğratan kitabın arka sayfasından:

Yaşamınızın kontrolü sizde değil!
Öyle olduğunu düşünebilirsiniz, ama yanılıyorsunuz.
Elbette ki kendi kararlarınızı kendiniz vermekte özgürsünüz.
Bu kitabı kapatabilirsiniz.
O sandalyede oturmaya devam edebilirsiniz.
Ya da gözlerinizi oymak gibi çılgınca bir şey yapabilirsiniz.
Ne isterseniz yapabilirsiniz.
Ama sorun şurada: Ne isteyeceğinizi kontrol edemezsiniz.
Her davranışınızı önceden belirleyen arzularınız ruhunuzun o kadar derinlerine işlemiştir ki, onlara dikkat bile etmezsiniz. Ve bu da sizi mükemmel bir köle yapar.
Bu nedenle, hayatınızı yaşamaya devam edin. Ne isterseniz yapın.
Sadece 'isteklerinizin' tümüyle sizin kontrolünüzde olmadığı gerçeği üzerine kafanızı çok fazla yormamaya çalışın.

14 Nisan 2009 Salı

Twilight...

Aylardan sonra ilk defa sevgilimle ayaklarımızı uzatıp sinema keyfi yapabildik. Sağolsun oğluşum erken uyuyunca kendimizi tv karşısında bulduk:) Elimdeki kitap biter bitmez okuyacağım ilk kitaptı Twilight hatta her gözüme çarptığımda okumak için sabırsızlanıyordum, birde üstüne Luna'nın yazısını okuduktan sonra merakım iyice artmıştı ama gel gör ki evde cd'yi görünce dayanamadım. Fakat filmi izlemiş olmak kitaba olan ilgimi azaltmadı aksine daha da arttırdı. Çünkü biliyorum ki benim için kitap her zaman filmden çok daha başarılı oluyor.

Eveet, gelelim filme; birçok önemli vampir filminde ana karakterin bunalımı yada nasıl vampir olduğunu anlatılarak başlanır ya, Twilight daha çok bir gençlik filmi havasında başlıyor ki aslında sabun köpüğü filmleri severim kafa dağıtmaya birebir oluyor. Neyse konuya dönüyorum; annesinin tekrar evlenmesi üzerine babası ile yaşamaya başlayan hafif depresif, biraz garip Bella (Kristen Stewart) ile kasabanın karizmatik sakinlerinden Edward (Robert Pattinson) 'ın çekingen yakınlaşmalarıyla başlıyor. Akıllı kızımız Edward' ın vampir olduğunu anlaması ve aralarındaki başlayan aşkla olaylar hız kazanıyor. Filmde iki noktaya çok farklı yaklaşılmış: biricisi vampirlerin neden gün ışığına çıkamadıkları (anlatmıyorum ama çok hoş:) ikincisi de vampirler sadece kan emici değillerdir beysbol da oynarlar.

Oyunculuk orta üzeri ayrıca göz aşinalığı olan ve tahminimce devam bölümlerinde önemleri artıcak olan karakterlerde var. Devam bölümleri derken en az 5-6 filmden bahsediyorum yani eğer ilk filmin sonunda bişey netleşir falan diye bekliyorsanız, yanılıyorsunuz. Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim Edward geleceğin en karizmatik erkek vampirleri arasına girmeye aday... Tek rahatsız eden nokta vampir karakterlere yapılan aşırı makyaj. Tamam, biraz farklı görünmeleri beklenen bir durum ama bembeyaz bir surat, kiraz dudaklar abartı geldi.

Ayrıca filmin çekildiği Forks kasabasına hayran oldum. Doğası ve kasvetli havası filme çok uymuş. Birde müzikleri var... özellikle Massive Attack 'ın Supermassive Black Hole şarkısı gerçekten çok hoşuma gitti...

P.S. S
evgilim, sen 10 üzerinden 2,5 verince film hakkında fikrimi daha sonra belirtirim demiştim ya fantastik film seven biri olarak ben çok beğendim:)

13 Nisan 2009 Pazartesi

Cumartesi gezmeleri...

Oğluşum ve teyzesi, Elif bebek ve annesi hep birlikte güzel bir cumartesi günü yine gezmelerdeydik:D Elif'cim geçen hafta bize katılamadı, aşısından dolayı biraz rahatsızdı ama bu hafta bol bol hasret giderdik...

Nazlı kızımız pusette gitmekten pek hoşlanmıyor, yürüyüşümüzün bir kısmını annesinin kucağında geçirdi. Şapka süper, kızımızın başına güneş geçmesin:))

İlk fotoğrafta küçük Deniz büyük Deniz'in kucağında:)) Diğer fotoğrafları çekmek biraz zor oldu çünkü oğluşum Elif'in bandını çok sevdi ve her fırsatta almak için uğraştı, son karede de oğluşumun gözleri hala kızımızın bandında elleri de annesinin elinde :))

9 Nisan 2009 Perşembe

Müzik ruhun gıdasıdır :)

Oğluşum, Raimond Lap' in Lovely Baby serisini çok seviyor. Hollandalı bir müzisyen olan Raimond Lap konservatuar eğitiminden sonra yıllarca film ve reklam müzikleri yapmış. Sonrasında bebeği için; klasik müziği ve modern tarzı birleştirerek bebeklerin hassas kulaklarına uygun bebeğin müziksel ve entelektüel gelişimini sağlamak için kendine özgü bir müzik tarzı yarattı. Çok da güzel olmuş, ailece çok seviyoruz:))

Serinin önce Lovely Baby Mozart-Harika Bebek ve Mozart cdsini aldık. En güzel Mozart besteleri bebekler ve çocuklar için uyarlanmış. Cd ilk çalmaya başlayınca uzun bir süre dikkatli dikkatli dinledi, kuş seslerini duyunca yüksek sesle güldü, su seslerinde ve bebek konuşmalarında şaşırdı. Başka cdlerde dinletmiştik ama hiçbiri bunun kadar etkili olmamıştı.


Vee siparişimiz dün geldii...
Serinin ikinci cd'si Lovely Sleepy Baby-Uyuyan Harika Bebek... Mozart
cd'sinden biraz farklı, belkide diğerini o kadar çok dinledik ve sevdik ki yadırgadık yenisini. Eve gelir gelmez çalmaya başladım, 3-4 kez başa aldıktan sonra alıştı ve gece uykunu yeni cd' sini dinleyerek uyudu :))

Peki, müzik neden bu kadar önemli???

1- Zihinsel gelişime etkisi; yapılan araştırmalar, çocuk beyninin gelişiminde özellikle ilk yıllarda müziğin çok önemli bir etken olduğunu ortaya koymuştur.
2- Duygusal gelişime etkisi; anne karnından itibaren müzik dinleyen bebekler hırçın hareketler yerine daha uyumlu davranış sergilerler. Huzurlu büyüyen bebek için bu ilerleyen yıllarda büyük bir avantajdır.
3- Fiziksel gelişime etkisi; müzik dinleyen bebekler bazı şarkılarda hareketlenirler. Büyüdükçe bu hareketlilik el çırpmaya, oynamaya, dans etmeye dönüşür. Dolayısıyla bu hareketlilik bebeğin küçük kas, büyük kas gelişimini sağlar.
4- Sosyal gelişime etkisi; müzik dinleyen bebekler, melodi, armoni, ritim gibi müziğin en önemli unsurlarını öğrenirler. Bu da ilerleyen yaşlarda onlara mükemmel bir avantaj sağlar.
5- Müziğin matematik zekası gelişimine etkisi vardır.
6- Müziğin kulak ve dil gelişimine etkisi vardır.
7- Zihinsel gelişimin % 85’ i 8 yaşına kadar, beyin gelişiminin % 80’ i 3 yaşına kadar tamamlanır. Zeka gelişimini ve beyin gelişimini ilk aylar beslenmeden sonra olumlu etkileyen ilk faktör müziktir.
8- ABD’ li bilim adamları, prematüre doğan bebekler üzerinde inceleme yaparak klasik müziğin iştahı açtığı belirlediler. Amerikalı doktorlar, klasik müzik dinleyen bebeklerin daha çabuk büyüdüğünü ve yaşamlarının ilk stresten daha hızlı arındığını kaydettiler. Klasik müzik çalındığında bebeklerin kalp atışları düzene girerken, nefes alıp vermeleri kolaylaşır.
9- Bu müzik sadece bebeği değil, aile bireylerini de olumlu etkiler. Evdeki atmosfer değişir.
10- Tekrarlayan melodiler sayesinde müzik hafızası oluşur. Müzik yaratıcılığı gelişir. Bebeğin müzik yeteneği ve yaratıcılığı harekete geçer. Bu müziğin terapi yönü vardır. Sonraki yaşlarda bu müziğin rahatlatıcı etkisi devam edip, çocukların bebekliğindeki huzurlu dönemi bilinç altında sürdürdüğünü görürüz.

Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir?

Oğlum büyütürken çok severek okuduğum kitaplardan biri de "Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir?" İsmini duyunca çok iddialı hatta çok ukalaca gelmişti ama hiç de düşündüğüm gibi çıkmadı. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine okumaya başladım, bitirmedim ve bitirmek de istemiyorum. Okuduğum yerleri tekrar tekrar okuyorum, başka bir bakış açısıyla anlamaya çalışıyorum. Oyunlarını inceliyorum, oynatabileceklerimi oynatıyorum, eğer oyun büyük çocuklar içinse oğlum için nasıl uyarlayabilirim diye düşünüyorum. Kitap sayesinde Montessori eğitimi ile tanıştım ve düzenli olarak blogunu takip etmeye başladım.

Kitabın arka kapağındaki yazıyı ve yorumlari olduğu gibi aktarıyorum:

"Dahilere ilham kaynağı olan Montessori yöntemiyle öz güven ve kişilik geliştiren oyunlar, etkinlikler, fikirler...

'Eğitimin amacı sadece çocuğa bilgi aktarmak değil, her çocuğun tabiatında zaten var olan keşfetme ve öğrenme isteğini uyandırmaktır.'
şeklinde özetlenebilecek modern eğitim felsefesine artık hepimiz aşinayız. Peki, bu felsefeyi yaklaşık 100 yıl önce yaygın eğitim sistemine uygulayan kişinin Maria Montessori olduğunu biliyor musunuz? Dünya çapında başarısı kanıtlanmış Montessori okullarının dayandığı bu felsefe, her çocuğu doğuştan yetenekli kabul eder ve eğitimde son derece olumlu sonuçlar vermiştir. Google kurucuları Sergey Brin ve Larry Page de başarılarını Montessori'den aldıkları ilhama borçlu olduklarını ifade ederler. Çocuğunuzun Montessori eğitim sisteminden sadece Montessori okullarında faydalanabileceğine inanıyorsanız yanılıyorsunuz. Uluslar arası Montessori Konseyi ve Vakfı Başkanı Tim Seldin'in kaleme aldığı Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir isimli kitap, çocukların eğitiminde en kritik zaman dilimi olan 0-6 yaş döneminde Montessori felsefesini evinizde ve günlük yaşamınızda nasıl hayata geçireceğinizi açık ve net bir dille anlatıyor. Seldin'in metnine eşlik eden 300'den fazla renkli fotoğraf ve kolayca algılamayı sağlayacak şekilde tasarlanmış sayfa düzeni, anlatılanları hemen hayata geçirme arzusu uyandırıyor.


Kitabın ele aldığı başlıca konular şunlar:

* Bebek ve çocuk dostu bir ev dekorasyonu nasıl oluşturulur?
* Görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma duyularını geliştirecek faaliyetler nelerdir?
* 2-3 yaşından itibaren çocuklarınızı; tuvalet alışkanlığı, kıyafet giyip çıkarma ve yemek yeme gibi öz bakımlarını kendi başlarına yapmaya nasıl teşvik edersiniz?
* 3-4 yaştan itibaren çocuklarınızı sofra kurup kaldırma, toz alma, yatak yapma, yerleri süpürme gibi ev işlerini yapmaya nasıl alıştırırsınız?
* Çocuğa küçük yaştan itibaren büyüklere saygılı, küçüklere şefkatli ve yardımsever bir biçimde davranmayı nasıl öğretirsiniz?
* 0-6 yaş çocuklara doğa hakkında nasıl daha fazla şey öğretebilirsiniz?
* 3-4 yaşından itibaren okuma yazma ve matematiği hangi yöntemle öğretebilirsiniz?
* Montessori usulu eğitici doğum günü partisi, besin zinciri oyunu ve benzeri faaliyetler nelerdir?

Çocuğunuza küçük yaşta kendi işini kendi görme becerisini kazandırmak, ona öz güven ve bağımsızlık aşılamanın en etkin yolu olarak ortaya çıkıyor.
Kitapta, Maria Montessori'nin 1900'lü yıllarda felsefesini İtalya'daki yetimhane ve islah evlerinde uygulayarak karakter ve zekâ gelişiminde mucizeler yarattığını anlatan bir bölüm de yer alıyor. Son olarak, kitabın anne babada uyandırdığı hissi, bir okuyucusunun ağzından dinleyelim: Bu kitabı okuduğumda, oğluma bakışım değişti. Onun, doğuştan getirdiği yetenekleriyle büyük bir gelişim potansiyeline sahip olduğu bilinci yerleşti bende. İçimde Montessori yöntemlerini hemen hayata geçirme isteği uyandı. Oğlum, günlük hayat becerilerini edindikçe, kendine daha fazla güvenmeye başladı ve çok daha bağımsız hareket etmeye alıştı."

8 Nisan 2009 Çarşamba

7. ay

Canım ogluşum 7 aylık oldu...

7 ayı düşününce bişeyler yazsam dedim ama hangi birini seçeceğime karar veremedim. Hızlı hızlı geri sardım oğluşumla birlikteliğimizi ve ilk aklıma gelenler: ameliyathane asansöründeki korkum, titreyen bacaklarım, odaya döndüğümde gördüğüm annemin gülümsemesi ve başımı okşayan sıcak elleri, oğluşumun gelmesi ile etrafa yayılan tatlı heyecan, ilk defa karşılaşmamız, koynumda yatarken hissettiğim mutluluk, mis kokusu, yumusak teni, babasının kollarında yatışı, aşkım eşimin duygusallığı, oğluşumun emme çabası, ertesi sabah yüzüne vuran güneş ışıkları, ilk banyosu, uyurken dudaklarını uzatışı, eve gelişimiz, yatağına ilk yatışı, uyanırken gerinmesi ve çıkardığı garip sesler, yarı 40 uçurtması ve Figen, 40 uçurtması ve Esin teyze, büyük teyzeme ilk gülüşü, meleklerine bakışı, gece uyanışlarım, ağlamalarım, sevincim, aşkım, emzirmem, banyoları, aşıları, 6 aylıkken biten anne sütünden mamaya geçişi, meyvesi, yogurtu, sebzesi...

...

Zaman ne kadar da çabuk geçiyo...

Ara ara dünyaya ilk gözünü açtığı , ilk kucağıma geldiği, babasını ilk gördüğü videoları izliyorum ve ağlıyorum. Ağlıyorum diyorum ama üzüntüden değil aksine mutluluktan ağlıyorum. Sebebini biliyorum da bilmiyorum sanki.

Çok duygusallaştım yine... Hormonlar süper çalışıyo yani:)

Neyse...

Her sabah olduğu gibi erkenden kalktı oğluşum, sağolsun şaşmaz çalar saat gibi saat 7 de hayata gözlerini açıyor.

Ama bugün diğer günlerden biraz farklıydı, oğluşumun 7. ay kontrolü için Alev teyzesi ile randevusu vardı. Eşim ve ben aslında (çok şükür) herşeyin yolunda olduğunun farkıdayız ama Dr. Alev' de onaylayınca içimiz rahat ediyo sanki. Seviyoruz oğluşumun doktorunu, insana huzur veren bir tarzı var.

Muayene sonuçları: oğluşum bu kadar harekete rağmen 550 gr almıs ve kilosu 7,960 gr olmuş. Boyu gecen aya göre 2,5cm uzamış ve 68 cm olmuş. Baş çevresi de 1 cm büyümüş ve 43cm olmuş. Alev teyzesi oğlumun emekleme çabalarını, çıkan 1,5 dişimini, 1 dk yerinde durmayan hareketli halini çok iyi buldu.

Hoppala ve yürüteçi hem yürümesini geciktirebileceği hemde ev kazalarına sebep olabileceği için önermedi, bizde hak verdik. Ayrıca sabahları kahvaltı için yumurta, tuzsuz beyaz peynir ve tam buğday ekmeği , öğle yemeği içinde sebzesi ile birlikte 80 gr buharda pişmiş yağsız etten çekilmiş kıymasını vermeye başlayacağımızın müjdesini verdi. 20 gün sonrası için kontrol amaçlı kan ve idrar tahlili istedi.

Bir de oğluşum 5' li karma aşısını oldu. Diğer aşılarının aksine bu aşı biraz ağır geldi ve akşam ilk defa ateşlendi. Daha fazla yükselmesin diye soyduk ve ateş düşürücü verdik...

Ben küçükken bir çizgifilm vardı Heide diye.. Peter, Clara ve Heide' nin Alp' lerdeki maceralarını anlatıyordu. Çok severdim, ogluşumun kızaran elma yanakları bana onları hatırlattı... (Bu arada elinde de yüz kremi var:))

Canım oğlum benim ya kim bilir sen büyüdüğünde nasıl çizgi filmler olucak? Beraber keyifle izleriz artık:D

7 Nisan 2009 Salı

Baba olmak....

Düzenli takip ettiğim sitelerden biri de IPC... Sinem Olcay'ın makalelerini keyifle okuyorum... "Bebeklik döneminde baba olmak" adlı yazısından hoşuma giden birkaç not:

*Çalışmalar babanın çocukla vakit geçirmesinin çocuğun ufkunu genişlettiğini göstermektedir: çünkü babanın ilgili olduğu ailelerde çocuğun hayatında özdeşleşecek tek bir kişi yerine iki önemli yetişkin bulunmaktadır. Ayrıca bu çalışmalar, eğer baba ilgiliyse çocuğun arkasında hissettiği desteğin daha sürekli olduğunu göstermektedir. Hatta yapılan araştırmalardan biri, babanın ilgisinin ergenlik döneminde çocuğun kendi değerlerine daha kolay sahip çıkmasını sağladığını ve arkadaş baskısına direnme gücünü arttırdığını göstermiştir.

* Baba için bebeğiyle baş başa kalıp bebeğini tanıma şansı yakalamak çok keyif verici bir deneyimdir. Bebek bakımı konusunda rolü paylaşmak sadece babaya bebeğini daha iyi tanıma şansı vermekle kalmaz, kendisinin yardıma muhtaç, bağımlı, minik bir varlığa bakım veren bir kişiliğe nasıl dönüşebildiğini de daha iyi anlamasını sağlar.

* Bir bebek 2 haftalık olduğunda babasının sesini öğrenir ve bu sesi diğer erkek seslerinden ayırt edebilir. Dört haftalık olduğunda ise anneye, babaya ve yabancılara karşı öngörülebilir davranış farklılıkları gösterir. Bir bebeğin kiminle olduğunu görmeden, davranışlarını gözlemleyerek annesiyle mi, babasıyla mı yoksa bir yabancıyla mı iletişim kuruyor anlayabiliriz. Genelde babaylayken bebeklerin omuzları kabarır, yüzünde hevesli bir bekleyişin ve oyun isteğinin ifadesi olur- kaşları havadadır, ağzını açar, gözleri parlar. Babasının sesini uzaktan duyduğunda bile bu hevesli bakış fark edilir. Dört haftalıkken, babasından annesine göre daha heyecanlı bir ses tonuyla konuşmasını beklemeye başlar. Babanın görüntüsü uzaktan belirdiğinde bebeklerin kendine özgü beden dili “İşte buradasın! Hadi beni al!” der.

Özgürüm...

Dün akşam oğluşum yemeğini ilk defa kendi kendine yedi:D


Muhallebisini biraz fazla yaptım bu sefer, niyeti baştan bozmuştum, yiyeceği kadarını yedirdikten sonra kalanı ile oynamasına izin verecektim:)

Oğluşum çok sevindi bu duruma, mama sandalyesinin tepsinine dökülen muhallebileri avuçladı, ellerini yaladı, kaşıkladı, tabağının içindekileri mıncırdı, bir ara o kadar hızlı çevirmeye başladı ki tabağı bozuldu düşünce :D

Canım benim çok eğlendi, çok da eğlendirdi:))

6 Nisan 2009 Pazartesi

Pazar Gezmeleri...2

Güneşli bir pazar günü kendimizi yine park yollarında bulduk...

Babası bu pazar çalıştığı için parka ananesi ve teyzesi ile beraber gittik. Her parka gidişimizde olduğu gibi 10.dk içinde uyudu oğluşum. Bizde hep birlikte biraz yürüyüş yaptık.

Mutlu bebeğim biz çay içerken uyandı ve etrafa gülücükler saçmaya başladı.

Fiskiyeden çıkan suları, havuzdaki filleri, etrafta koşuşturan, bisiklete binen çocukları inceledik. Kefimiz yerindeydi yani...
Bu arada kırmızı kukuletası ve mavi-beyaz kareli conversleri çok yakıştı oğluma:))

2 Nisan 2009 Perşembe

Kitap kitap...

Geçen hafta...

Elif Şafak'ın son kitabı "Aşk"...
Son zamanlarda okuduğum kitaplar arasında bana gerçekten kalıcı birşeyler kattığını hissettiğim bir kitap oldum Aşk.
Konusu gereği tasavvuf dili yoğun bir şekilde kullanılmış. Tebrizli Şems ve Mevlana' nın arkadaşlığı çok etkileyici bir şekilde anlatılmış.
Kitapta çok hoşuma giden bir
Tebrizli Şems hikayesi:

Bir taş nehre düşmeye görsün, pek anlaşılmaz etkisi. Hafiften aralanır; dalgalanır suyun yüzeyi. Belli belirsiz bir tıp sesi çıkar; duyulmaz bile akıntının ortasında, kaybolur uğultuda. Hepi topu budur olacağı.

Ama bir de göle düşsün aynı taş… etkisi çok daha kalıcı ve sarsıcı olur. O taş var ya o taş, durgun suları savurur. Taşın suya değdiği yerde evvela bir halka peyda olur; halka tomurcuklanır, ol tomurcuk çiçeklenir, açar da açar, katmerlenir. Göz açıp kapayıncaya kadar, ufacık bir taş ne işler açar başa. Tüm yüzeye yayılır aksi, bir bakmışsın ki her yeri kaplamış. Çemberler çemberleri doğurur, tá ki en son çember de kıyıya vurup yok oluncaya dek.

Nehir alışkındır karmaşaya, deli dolu akışa. Zaten çağlamak için bahane arar ya, hızlı yaşar, çabuk taşar. atılan taşı içine alır; benimser, sindirir ve sonra da unutur kolaylıkla. Karışıklık onun doğasında var, ne de olsa. ha bir eksik ha bir fazla.

Gel gelelim göl hazır değildir böyle aniden dalgalanmaya. Tek bir taş bile yeter onu altüst etmeye, tá dibinden sarsmaya. Göl taşla buluştuktan sonra bir daha asla eskisi gibi olmaz, olamaz.”

Hem Şemsi Tebriz'e hem de Mevlana'ya hayran oldum...

Bu hafta...

Adam Fawer 'ın ilk kitabı "Olasılıksız"...
Eşimin tavsiyesi üzerine okuduğum müthiş sürükleyici bir kitap. Yeni bir kitap değil aslında ama ben ancak fırsat bulabildim. Yazarın hikayeside kitabı gibi çok enteresan; ekonomi okuduktan sonra istatistik masterı yapmış, her üniversite mezunu gibi normal bir işe girip çalışırken yakın bir arkadaşının kanser olması ve peşinden
babasını kanserden kaybetmesi üzerine işini bırakıp çoçukluk hayali olan yazarlığa başlamış. İlk 100 sayfasında kişiler ve olaylar birbirine bağlanana kadar biraz sıkıldım ama olaylar gelişmeye başladıktan sonra çok keyifle, soluksuz okudum. Sadece serviste ve geceleri 15dk okuyabildiğimi hesaba katarsak bitirmem kısa sürdü ve böylece tesadüflere inanmayan yanım kendine yandaş bulmuş oldu. Kitabın kahramanı David Caine' nin istatistik dersinden bir bölüm:

"Amerika'daki en büyük piyangoyu, Powerball'ı, kazanabilme olasılığı 120.000.000'da 1'dir. Powerball'ın ilk oynanmaya başlandığı 1997'den beri, elliden fazla insan, bu olasılığı alt üst ederek, büyük ikramiyeyi kazanmıştır. Onlar, bu gezegendeki en şanslı, en zengin insanlar arasındadır. Onlardan nefret ederim. Ama konumuz bu değil.

Şimdi de düşük olasılıklı bir olaydan söz edelim: Dünyaya dev bir gök taşı çarpacak ve uygarlık yok olacak. Jeofizikçilere göre, her yıl bunun olma olasılığı milyonda bir. İnsanoğlunun atalarını da hesaba katarsak, yedi milyon yılı aşkın bir süredir bu gezegende varlığımızı sürdürdüğümüze göre, bir gök taşının bugüne kadar bizi yok etmiş olma olasılığı yüzde yedi yüz. Yani anlayacağınız, bir kere değil, yedi kere ölmüş olmalıydık şimdiye. Ama çoğumuzun bildiği gibi, insanoğlunun yazılı tarihinden bu yana yok olmadık.

Ne demeye çalışıyorum sizce? Bir gök taşı bizi yok edecek demeye çalışmıyorum. Düşük olasılıklı olaylar hakkında bir yorumda bulunmaya çalışıyorum, kıssadan hisse şudur: Her an her şey olabilir!
"