29 Ocak 2010 Cuma

günlerden bir cuma...

sevgilimle çıktığımız tatil resimlerine baktım az önce, zaman nasılda olgunlaştırmış hatlarımızı.
bisiklet kiraladığımız gün çektiğimiz fotoğraflarda uzun uzun kendimi inceledim.
gülmekten ve güneşten kısılmış gözlerimi, tatil öncesi yeni kestirdiğim saçlarımı,
yüzümün herbir tarafına serpilmiş mini mini çillerime baktım.
resimlerdeki koca çoçuğun bisiklet tepesindeki mutluluğunu yaşadım tekrar.
evliliğimizin ilk yıllarındaki özgür tatillerimizden ve sonra minik adamlı günler başladı,
oyunları, banyoları, ilk adımları, muhallebi saati, üç aylık, bir aylık, kırk uçurtması,
dünyaya gözünü açtığı ilk dakikalar, doğum, hastaneye gittiğimiz gün...
.
sık sık değişti ruh halim, güldüm, eğlendim, hüzünlendim, ağladım acıcık,
hoşuma giden bir dolu resmin arasından minik adama sıkı sıkı sarıldığımız bu fotoğrafları seçtim...

27 Ocak 2010 Çarşamba

organik annenin organik kızı...

çoçukluğumun en güzel günlerini Sinop'ta geçirdim ben...
ordaki yaşantımızı, evimizi, denizi, yazlığın serin havasını, her ayrıntısını ayrı bir severim.
hele ki köydeki evimizin yeri bambaşka...
kendimi bildim bileli bu eve gitmek veya orda olmak inanılmaz bir mutluluk.
gece yaşanan sinek istilası dışında burda geçirdiğim her an mükemmel benim için.
.
şehirden çıkıp köy evimize gitmek 20 dk sürüyor ama çocukken bize 20 saat gibi gelirdi,
sürekli "geldik mi?" diye sorduğumuzu hatırlıyorum, tabelayı görüncede şarkımızı söylerdik.
şarkı dediğime bakmayın avaz avaz "köye geldik" diye bağıran 5 çocuk düşünün, şaka gibi dimi?:)
rahmetli dedemi köy kahvesinden alıp, kalan yolu artık iyice tıkış tıkış giderdik.
evimizi görüncede arabanın durmasıyla bahçeye atlayıp herbir ağızdan "dede salıncaaak" diye bağırırdık:)
bütün günü ağaçlardan meyve yiyerek, saklambaç ve top oynayarak, koşarak geçirirdik.
hatta bir sefer kuzenim otlakta ayakkabısını kaybetmişti de, 2 saat onu aramıştık.
ne kadar güzel günlerdi yahu:)
.
şimdi bu çocuklardan biri yeni evli, ümitle bebiş bekliyoruz onlardan ama hiç oralı değiller.
biri hala o güzel yerde yaşamaya devam ediyor, biri Sydney'de, mutlu ve hayatının tadını çıkarıyor,
çok şükür biri hep yanımda, biri de hiç unutmamak adına bu satırları yazıyor...

mis gibi köy meyvelerine, sebzelerine, ev yapımı reçellere, pekmezlere alışınca insan çok arıyor o lezzetleri.
gerçi teyzoşum sağolsun, hiç hayır demez ama sürekli zor oluyor tabi.
Aysun the sütçünün mis gibi sütünden sonra organik yiyeceklere olan özlemim iyice artmıştı ki annem İpek hanımı buldu...
İpek hanım uzun zaman önce İstanbul' dan kaçıp ailesi ile beraber Aydın'ın Nazilli ilçesinde Ocaklı köyüne yerleşmiş bir çiftçi,
hobi olarak başladığı iş -kendisi hala hobi desede- artık başkalarına da hizmet ediyor.
ilk siparişimiz geçen gün elimize ulaştı, aras kargo ile 24 saatte sorunsuz bir şekilde geldi kolimiz.
mis gibi taze havuç, turp, patates, tatlı kabak -minik adam çok seviyo-, elma, yeşil zeytin, kuru fasülye...
bütün sebzeleri yıkadım, kuruladım, babam kabakları kesti ben buzluğa kaldırdım,
annecim sebzeleri yemek yaptı, sevgilim minik adamla oynadı...
ailece, tam bir imece usulü çalışma sergileyip herşeyi hallettik:)
.
eğer sizde bu lezzetli sebzelerin ve meyvelerin tadına bakmak isterseniz İpek hanımın mail adresi: ipekhanimciftligi@gmail.com
aklıma bişey takıldı, sorucam derseniz telefon numarası: 0533 - 328 26 15
nerde bu çiftlik bir bakayım derseniz de web sayfası: www.ipekhanim.com.

25 Ocak 2010 Pazartesi

bişey sorabilir miyim?

cumadan bu yana bir garip haller içerisinde minik adam, uyku uyumuyor, sürekli huysuzlanıyor.
haftasonunu alışılmışın dışında biraz zor geçirdik, tam anlamıyla bir türlü mutlu edemedik.
ama çok da üzülmedik bu duruma, sonuçta çocuk bu anı anına tutmaz ki dedik!
yinede içim el vermedi ve bu sabah erkenden karlı yollara düşüp dr Alev teyzesini görmeye gittik.
odaya girer girmez delicesine ağlamaya başladı, çok zor zapt ettik, boynuma sarıldı sürekli.
gerçi bu çok sağlıklı bir tepkiymiş, doktordan korkması çok doğalmış, bilmiyordum...
bu ay hem kilo almış 11,5kg olmuş hem de boyu uzamış ve 80cm olmuş.
genel olarak herşeyi yolundaydı sadece hafif bir nezle başlangıcı olduğunu öğrenince rahatladım biraz.
nezlesi ilaç ve birden kabaran poposu içinde kremler yazdı Alev teyzesi:)
.
seviyorum minik adamın doktorunu, bizi iyi anladığını ve ne isteğimizi bildiğini düşünüyorum.
doktor ne derse onu yaparız gibi bir yaklaşımımız yok ama bir bilene de sormak lazım dimi?
muayenede konuştuğumuz konulardan biride televizyondu, her seferinde "kesinlikle iki yaşına kadar televizyon izletmek yok" der.
son bir aya kadar bu kuralda bir sorun yaşamıyorduk ama çok hasta olduğu bir akşam babytv açtık,
Egg Birds çizgifilmini izledi ve o zamandan beri müptelası, onlardan sebep günde yarım saat tv izler oldu.
anlattık durumu dr. Alev' e ama bu kadarı bile zararlıymış...

fotoğraflarda minik adam televizyon seyrediyor, bırak göz kırpmayı nefes bile almıcak nerdeyse...
tvnin önünden geçen olursa da "yarım saatlik iznim var, çekil" diye kızıyor resmen...
korkutuyor beni bu hipnotize olmuş bakışlar ve bu tarz...
olay televizyon olunca bizde böyle, sizde durum nasıl?

24 Ocak 2010 Pazar

Kar sevmeyen kardan adam?

minik adam uykuda, odasından hala müzik sesi geliyor kulağıma,
yanımda kahvem, ayaklarım battaniyenin altında,
sevgilim ofiste, dışarıda hava buz gibi ama bembeyaz...
.
dün sabahtan beri doğru dürüst uyku nedir bilmiyoruz, işin daha kötüsü bu durumun sebebini de bilmiyoruz...
lapa lapa yağan karı seyrettik bütün gün, rüzgar dinince camı açtık, dışarı baktık.
ilk defa gördüğü için bol bol alıştırma turları yaptık,
hatta sevgilim iş dönüşü koca bir poşet dolusu kar getirdi, elini bile sürmedi desem yeridir.
biz eline sürüncede kızdı, temizlemeye çalıştı sonrada yaptığımız minyatür kardan adamın burnunu yedi...
şansımızı dışarda deneyelim dedik ve akşam üstü çıkardığımızda yine huysuzlandı...
henüz pes etmedim, bakalım zaman ne gösterecek...

.
oğluma not: aşkım, elindeki karı sildirip temizletecek kadar başak burcu olma emi? ıııhhh, öptüm;)

22 Ocak 2010 Cuma

beni bağlamaz...

dışarıda soğuk, karanlık, sevimsiz bir hava var.
sadece yağmur olsa neyse ama böyle fırtına olunca hayat çok zorlaştırıyor.
camdan baktım şimdi de zaten karalık, bu camlarda iyice karalık gösteriyor dışarıyı...
cuma akşamı saat dört buçuk olmuş ama benim daha yapacak çook işim var.
bi dolu dosya açık, hazır ve nazır beni bekliyolar ama ben napıyorum?
oturmuş dert yanıyorum, konuşacağına yapsana deseniz haklısınız, susarım hemen.
ama içimde istek yok, tatil havasına girdim ile çoktan.
.
minik adam napıyo acaba?
derken hemen evi aradım, arkadan çığlıkları ve oyuncağının sesi geliyodu.
sesleri duyunca ısındım, yüzüm güldü, keyiflendim.
yanında olmak, tatlı gülümsemesini görmek, süt kokan nefesini hissetmek istedim.
beraber camdan bakar, kayan yağmur damlalarını takip ederdik parmağımızla.
.
işteyken aklın evde, evdeyken aklın yapacağın işlerde olmamalı aslında.
ama olmuyo ki, makina değiliz ya?
neyse iyi ki bugün cuma yarın minik adamla bol bol sırnaşırız artık birbirimize...
havaya rağmen yarın ve pazar günü için planlarımı gerçekleştirmeyi düşünüyorum,
bakalım...
herkese iyi haftasonları, resimdekilerde bizden size olsun...

görsel:burdan

20 Ocak 2010 Çarşamba

akşam...

yoğun geçen iş günlerinden sonra minik adamı kollarıma almak gibisi yok.
kapıda beni görür görmez tepinip boynuma sarılıyor,
o kadar neşeli o kadar keyifli ki gün sanki onun için yeni başlamış gibi.
ben günü kapatmış, kalan enerji zerreciklerini kullanırken onda yorgunluktan eser yok.
duruyomuyuz peki, hayır, herşeye rağmen tam gaz devam...
.
gelen bir yorum üzerine farkettim ki sanki hep haftasonu aktivite yapıyor gibi görünüyoruz.
aslında gün boyu işte olduğum ve eve geldiğimde az vaktim olduğu için mümkün olduğunca çokşey sığdırmaya çalışıyorum.
bugün çarşambaydı, minik adam ve sevgilim saklambaç oynarken, gelen kahkahalar ve bağırışlar arasında yoğurt mayaladım.
karla kaplı yeşilliklerin mis gibi havası geldi sütümüzle birlikte.
yoğurt yapma makinasını henüz hamileyken almıştım, iyi ki almışım, Arzum Bebbe serisinden.
temizlemesi kolay, kullanımı çok pratik, uygun fiyatlı ve her seferinde süper tutmuş yoğurtlar garanti.
aa bide zaman ayarı var, bitince ötüyo hemde fişini çekene kadar, bu kısmı sinir...
okudum da şimdi yazdıklarımı tam reklam gibi olmuş:)

gün içinde oyuncakları ile oynadığından sıkılmaması için yeni oyunlar bulmaya çalışıyorum.
geçen hafta dedesinin getirdiği dominoları bisküvi kutusuna yerleştirdik.
artık birçok aktiviteyi bazen tam bazen yarımda olsa ben göstermeden yapabiliyor.
çabucak dominoları yerleştirdikten sonra üstüste dizdik, sıraladık, grupladık, sayılarına baktık.
sonrasında bisküvi kutusuna takıldı biraz, sıkıştırdı, şekli bozulmayınca sinirlendi tosba:)

başka bir akşam mısırların arasından kuru fasülyeleri topladık.
mısırlarla oynamayı çok seviyor daha öncede başka bir aktivite için kullanmıştık zaten.
içindeki fasülyeleri ayıklayıp yandaki kutuya doldurduk.
minicik parmakları dolmaiçi avuçlarıyla böyle ince işlerle uğraşmasına bayılıyorum.

.
biliyorum haftasonuna daha iki gün var ama içim kıpır kıpır,
çook eğlenceli, çook keyifli planlarım var, çocuklu ve çocuksuz, anlatırım ;)

14 Ocak 2010 Perşembe

sanki bişeyler eksik gibi?

hayat çok hızlı akıyor, çalışmak, çocuk yada büyük şehrin karmaşası değil sebep,
ne olursa olsun geçiyor sen yakalasanda yakalayamasanda.
yakalayamıyor olman onu ilgilendirmiyor, bu senin problemin.
işte bir hafta daha bitti, minik adam bir hafta daha büyüdü,
annesi va babası yorgunluktan ve uykusuzluktan olsa gerek dün akşam saat 9 da onunla beraber uyuya kaldı.
hatta abarttılar uyuma işini sabah bakıcının kapı sesiyle uyandılar,
anne işe geç kaldı, babaysa bir sonraki deniz otobüsüne bindi.
yeni haftaya biraz geçte olsa koşuşturmalı bir şekilde başlandı.
oysa 2 gün önceye kadar herşey çok daha sakindi...
.
bu haftasonunu iki kişilik geçirmedik, misafirlerimiz vardı hemde hergün.
aslında onlara misafir denmez ama bize geldiler ya, olsun ;)
cuma akşamını Gökçekız ve Tolga' sı ile beraber geçirdik, sohbet sohbeti açtı, gece saat 1' i gördü.
keyifli bir akşamdan sonra Onlar taksiye binerken biz hala camdan el sallıyorduk.
cumartesi minik adamın teyzesi bizimleydi.
haftasonları geleceğini biliyor sanki, uyanır uyanmaz önce babayı sonra gegesini soruyor.
akşama kadar kovalamaca, saklambaç oynadılar, koştular, eğlendiler.
bu güzel abaküsü Yasemin gegesi hediye göndermiş, Mürü gegesi ile bol bol oynadı.
boncuklar çok komikti herhalde çok güldüler:D

oyun arası, muhabbet arası, iki mis gibi Türk kahvesi sonrası, fincanın içindeki karartılardan bir soru geldi:
"sanki bişeyler eksik gibi mi hissesiyorsun sen?"
beklenmedik bir anda yakalanınca düşündüm biraz...
eve bakıyorum, mutfak iyiyken oturma odası dağınık, işe bakıyorum biri bitmeden diğeri başlıyor,
oğlana bakıyorum, isteklerim var zamanım yok, kendime bakıyorum, daha doğrusu bakamıyorum,
sevgilime bakıyorum, iyi ki o kendime bakabilecek yaşta.
olduğu kadar yaşıyor ve yaşatıyor gibiyim aslında.
bunları dile getirdikten sonra bir ara verdim yine, düşündüm üzerine biraz daha...
ve bu duruma yani eksiklerim olmasına üzülmedim, önemsemedim çok fazla.
herşeyi en iyi şekilde yapamazsın ki, önemli olan yaptıklarını en iyi şekilde yapmak dimi?
amaç mükemmel anne, mükemmel ev kadını veya mükemmel iş kadını olmak değil ki!
ve şuna karar verdim: minik adamla, sevgilimle, evimle, kendimle, hayatımla olduğum gibi mutluyum ben,
gerisi vız gelir, tırıs gider yahu...
.
takıldım fala kendi göletimde iki dakikada fırtına kopardım böyle.
bakalım bu hafta neler getirecek? Hepimize iyi haftalar...

böyle olacağını tahmin etmemiştim...

ezelden beri severdim günlük tutmayı, hala da atamam onları, kıyamam.
evde bir yerlere tıkışmış bir şeklide dururlar...
bu blogda günlük gibi olucaktı benim için, ben anlatıcaktım, o dinleyecekti.
sessiz sessiz benim gelmemi bekleyecekti sanki...
çok yanılmışım ama iyi ki yanılmışım...
ne dediğimi merak edenler olmaya başladı ve sonrasında yorumlar, mailler geldi.
kapıyı açmıştım bir kere, giriverdiler hayatıma, bazıları sessizce, bazılarıysa gümbür gümbür.
aynı kapıdan bende geçtim ve çok güzel insanların hayatlarına girdim...
.
gümbür gümbür gelenlerden biri de sevgili Füsfüs ve dünya tatlısı minik kızı Defne ...
bu güzel hediyeleri de Onlar göndermişler.
cupcake anahtarlık karta kadar her parça özenle tek tek hazırlanmış,
hepsine zamanını, emeğini, sevgisini katmış Füsfüs'cüm...

ne zamandır aklımdaydı Füsfüs' e mail atmak aslında ama O önce davrandı,
hem mailde hem hediyelerde:)
anahtarlığımı hemen kullanmaya başladım, uğur getirir umarım.
Deniz' imin harflerine gelince henüz karar vermedim ne yapacağıma, beklemede şu an:)
Füs'cüm, birbirinden güzel hediyelerin için çook teşekkür ederim,
beni, bizi çok mutlu ettin, kocaman kocaman öpüyorum ve kucaklıyorum sizi:D

.
bu bloğun bana bu kadar çok şey katacağını, bu tür duygular yaşatacağını hiç düşünmemiştim.
bişeyler karalarken, okurken, paylaşırken iyi ki var diyorum, hemde her seferinde...
iyi ki buralardayım ve iyi ki buralardasınız...

13 Ocak 2010 Çarşamba

hatırlamak adına...

O anlattı ben dinledim
hüznü, ayrılığı, özlemi, vedayı, yola dair, yolculuğa dair herşeyi dinledim
...
içimize sızdı, ritmi dilime dolandı, müziği doyurdu
günümü güzelleştirdi, yüzüme tatlı bir tebessüm kondurdu
gözlerimi kapattım, kendimi sesinin kollarına bıraktım
...
bu ses geçen hafta 21 aylık kanser mücadelesine yenik düştü
...
Lhasa de Sela
...
yolculuklar insanını son yolculuğunda sevgiyle anıyorum

11 Ocak 2010 Pazartesi

düşerek büyüyorlar dimi?

minik adam tam bir yaralı yüz bu günlerde...
sol yanağında geçmek üzere olan bir çürük, sağ yanağında da kırmızı bir şişlik var.
bayramdan kalma dikişlerinide unutmayayım, ufacık bir faça.
hani yurtdışındaki sosyal görevlilerden burda olsa kesin oğlanı elimizden alırlardı.
"bakamıyosunuz siz bu çocuğa, kesin dövüyorsunuzdur da!" diyerekten olay çıkartırlardı!
yazarken bile içim bir tuhaf oldu valla.
ama bilmezler ki O düştükçe, vurdukça, ağladıkça benim içim yanıyo.
O bağırarak, ağlayarak gösteriyo acısını peki ya ben?
kalbim mengenelerin arasında sıkıştıkça sıkışıyo, bir süre kendime gelemiyorum, nefesim tıkanıyo resmen.
öyle olur olmadık kazalar, yaralanmalar ki bunlar düşündükçe şaşırıyorum gerçekten.
yakında kontrol manyağı bir anne olucam ya ondan korkuyorum, kendimden korkuyorum...
.
haftaiçi kazaları geçirip çeşitli morluklar edindikten sonra haftasonunu sakin geçirdik.
oyunlar oynadık, puzzlelar yaptık, resim çizdik, kitap okuduk...
geçen haftalarda arıyorum demiştim ya sonunda hayvanlar ile ilgili istediğim gibi bir kitap bulabildim.
baktığım bikaç tane vardı ama onlarında basımı tükenmişti.
Resimlerle 100 Hayvan, Remzi Kitapevinin çocuk dizisinin yeni çıkan kitabı.
içinde ev, çiftlik, kutup, Afrika hatta Avusturalya hayvanları bile var, gerçekten çok güzel hazırlanmış.
değişik hayvanlar görmek minik adamın hoşuna gitmiş olucak ki hergün en az iki kez bakıyor.

aslında uzun zaman önce oynamıştık bu oyunu, resimlere bakarken buldum.
makarna kutusunun üzerini renkli elişi kağıtları ile kaplamıştım,
ön kısımda var olan deliğe üsttekini eklemiş ve kutunun üzerine ördekler yapıştırmıştım.
sonrasında minik adamda sürpriz yumurta kutularını üstten atıp, ortadan toplamıştı.
uzun süre oynadı bu kutuyla, özellikle yemek yedirirken çok işimize yaramıştı.
şimdiyse üstü yemek lekeli, ıslandığı için yapışkanlar atmış bir şekilde rafta duruyo.
ne bilim atmaya kıyamadım, çöpçü yanım sağolsun.

.
bugün pazartesi, sizi bilmem ama beni çook uzun, bol mesaili bir hafta bekliyor olabilir.
umarım keyifli bir haftasonu geçirmiş ve haftaya başlayacak gücü toplayabilmişsinizdir.
yazdığıma bakmayın siz, kendi adıma şüphelerim var.
bi de daha yeni başlayan hafta için ağrıyan bir sırtım ve geri geri giden ayaklarım.
ara gaza ihtiyacım var benim, anlaşıldı, acıkta olsa kafa dinlemeye.
saatsiz kahvaltı edip düzenli uyumaya yada rahatlatıcı bir masaja.
ne istediğim konusunda bir sorun yok, burası net, ne zaman yapabileceğim konusuna gelince tam bir muamma.
umarım beklenmedik bir yolculuk yada harika bir sürpriz gerçekleşir, sizin içinde bizim içinde!
sevgili evren, bu mesajı sana gönderiyorum, cevabını da en kısa zamanda bekliyorum;)

6 Ocak 2010 Çarşamba

3k in 1...

Paolo Giordano' nun ilk kitabı Asal Sayıların Yalnızlığı...
Sevgilim almış getirmiş bu kitabı geçen haftalarda, bir çırpıda okudu. Bitirince ne düşündüğünü sorduğumda "eh fena değil, okunabilir" yorumunu aldım. Aslında O'nun dilinde bu "okuma istersene" eşit ama işte hem meraktan -öyle dedi ya- hemde itiraf ediyorum ismine tav olduğumdan başladım okumaya.

Geçirdiği kayak kazası sonucu topal kalan Alice hem ailesi ile yaşama hemde sosyalleşme sorunları yaşamaktadır. Parkta engelli kız kardeşini kaybeden Mattia ise kardeşinin aksine bir matematik dehasıdır ve hemen hemen her dahi gibi anlaşılamama problemi vardır. İkili bir yandan kendi dertleri ile uğraşırken bir yandan da birbirlerine destek olmaya başlarlar.

Yazar, nükleer fizikçi ve kitapta İtalya' nın en çok satan kitaplarından biri olduğu gibi İtalya' nın en prestijli ödüllerinden biri olan Premio Strega ödülüne de sahip. İki "anormal" karakterin aşkını anlatan yazar onlara anormal demektense asal sayı demeyi tercih etmiş. Çünkü asal sayılar diğer tüm sayılardan farklıdırlar, sadece 1' e ve kendine bölünürler. Bu iki asal sayının hayatları kesişir kesişmesine ama asallık yalnızlık demektir aslında.

Kitap, özünde bir aşk hikayesi. Basit, rahat okunası ve akıcı bir dile sahip. Genel fikrime gelince başyapıt denemez ama fena da değil...
Paulo Coelho' nun son kitabı Kazanan Yalnızdır...

Yazarın -herseferinde soyadını telafuz ederken zorlanıyorum valla:)- okuduğum sekizinci kitabı. Bikaç kitabı hariç diğerlerini çok beğendiğimden kesinlikle her zaman okuyacağım yazarlardan biri...

Kitap, satırlar arasına gizlenmiş mesajlarıyla hala hayattan aradığını bulamayan, hırsları olan, başarı peşinde koşanlara pek hitap etmiyor aslında çünkü daha çok mevkin, bankadaki hesabın, dolabındaki giysilerin, arkadaş çevren, işin vs. ne olursa olsun içinde, kendi özünde nasıl hissettiğinle, hislerine karşı farkındalığınla alakalı.

6 farklı kişinin 24 saatten daha kısa bir zamanda hayatlarındaki değişimlerinin anlatıldığı kitapta olayların merkezinde zengin ve başarılı bir Rus işadamı olan İgor var. İgor, kendisini terk eden karısının peşine Cannes' a gider ve O' na olan sevgisini dünyaları yok ederek yani cinayet işleyerek göstermeye başlar. Cinayet derken kan gövdeyi falan götürmüyor, esas konu yazarın sinema, moda ve sanayi sektörünün insanlıktan uzak, acımasız, gösteriş üzerine kurulu dünyasını tüm netliğiyle gözler önüne sermesi.

Okuyucusunu, içsel yolculuğa çıkarmada çok başarılı olan yazar yine buna benzer ama biraz daha farklı bir yolculuk yaşatıyor bu kitabında. Çok güzel bir Arap atasözü kaldı aklımda: "çocuklarına hem kök hem kanat verebilene ne mutlu" diye, çok anlamlı geldi bana... Severek okudum, okumak isteyenlere tavsiye olunur...

Stefan Zweig' in ilk okuduğum kitabı Bir Kadının Yaşamından 24 saat ve Bir Yüreğin Ölümü...

Kitap, iki bağımsız hikayeden oluşuyor. Sevgilim okudu önce -aldığım nerdeyse tüm kitaplarda olduğu gibi- "ilk hikayeyi ikinciye göre daha çok beğendim" yorumun yaptı, herzamanki gibi merak ettim bende ve elimdeki kitabı bi kenara koyup başladım okumaya.

Her iki hikayede de benzer bir tema var aslında, hayatlarını yaşayamamış, karşılarına çıkan önemli fırsatı değerlendirememiş iki ayrı karakterin hikayesi anlatılıyor. İlk öyküde Mrs. C.' nin yaşamında 24 saat içinde yaşadığı inişler, çıkışlar, değişimler ve hayal kırıklığı anlatılıyor. Öykünün yazıldığı seneye ve yazara uygun olarak bol tasfirli bir anlatım vardı, normalde çok sevmediğim bir yazım tarzıdır ancak bu öyküde rahatsız olmadım. İkinci öykü ise tüm hayatını, tek çocuğu ve karısı için çalışarak geçirmiş bir adamın, bir anda onların gözündeki yerini anlamasıyla yaşadığı hayal kırıklığını, hislerini anlatıyor.

Her iki öyküyüde, karakterlerin hareketlerinden çok olaylara bakış açılarını, düşüncelerini detaylandırdığı için beğenerek okudum. Freud' a ve psikolojiye ilgisi ile bilinen yazarın başka kitaplarını okurum diye düşünüyorum...

5 Ocak 2010 Salı

Bunlarda büyüdüler yahu...

geçen hafta oyun grubumuzla buluştuk, daha öncede bahsetmiştim zaten.
yaz dönemi parklarda gerçekleştirdiğimiz toplantılara havaların bozulmasıyla yeni bir boyut kazandırdık,
3 haftada bir ev buluşmaları yapıyoruz artık.
ilk toplantıyı hastalık sebebiyle kaçırmıştık, bu seferde gidemeseydik çok üzülecektim.
yine de 2 bebiş ve 2 anne eksiktik ama çok eğlendik.
üstteki resim bücürlerden bir kare, soldan sağa:
elma yanaklı Eylül, yakışıklı sarışın Efe, cimcime kız Eylül ve tabiki minik adam...

hepsi ayaklanmışlar, yürümeye başlamışlar, konuşuyorlar, taklit ediyorlar.
en büyükleri minik adam -3 Eylül-, en küçükleri kırmızı yanaklı Eylül kızdı -21 Eylül-.
yaşları bu kadar yakın olması hem iyi hem de kötü oldu tabi.
arada oyuncaklar için bağırıp ağlasalarda, kan çıkmadı Allah'tan:)
mayın tarlası gibi oyuncaktı her yer, yürümekte zorlandık valla.
düşündüğümüzün aksine bu kadar harekete rağmen masada oturup çayımızı içebildik.
hatta abarttık, ara ara çıkan engellere rağmen Türk kahvelerimizi bile içtik:)

hem anneler hem de bebişler için çok keyifli bir gün geçirdik.
bol bol oynadılar, koşuşturdular, günün sonlarına doğruda yorgun düştüler...
.
insanın kendini anlayan, destek veren, dinleyen, aynı yaş grubundan bebeği olan arkadaşlarının olması gerçekten çok güzel...
öpüyorum sizi ve kuzularınızı, sevgiler kıslar...

4 Ocak 2010 Pazartesi

İzleyin, pişman olmazsınız...

James Cameron' ın son filmi Avatar...

Minik adamın ananesini 10 gün önceden ayarladım ve biletleri de perşembeden aldım ki son dakikada bir sorun ile karşılaşmayalım diye. Bir film fanatiği olarak herkesin konuştuğu -bir bildikleri varmış gerçekten- bu filmi asla kaçıramazdım.

Eleştirileri ve yorumları izledikten sonra okumayı sevdiğim için filme konusu hakkında çok az bilgi sahibi olarak gittim. Bilim kurgu ve animasyonun mükemmel karışımı olan filmde, tahmin edilenin aksine istilacılar insanlar uzaylılar değil. Yaklaşık 2 saat 45 dakika süren film, yok olmakta olan Na'vi halkının yaşadığı Pandora adlı gezegende -isim tam olmuş- geçiyor. Eski bir asker olan Jake, yerel halkın yaşadığı yere görev için gönderiliyor. Bu noktaya kadar orta-üstü bir bilim kurgu gibi devam eden film Pandora' nın güzelliğiyle bambaşka bir hale bürünüyor ve inanılmaz bitki örtüsüyle, alışılmışın dışında hayvanlarıyla, herkesin ve herşeyin birbirine bağlı olduğu, kendi içinde uygarlaşmış, doğaya karşı aşırı duyarlı bir ırkı anlatmaya başlıyor.

Kendi içinde dünyası olan filmlere bayılıyorum, Yüzüklerin Efendisi yada Harry Potter gibi. Farklı bir dünya, farklı bir ırk, kültür, yaşam, dil, hepsi tüm bilgilerimizi altüst eder tarzda, alışılan normalin dışında. Bunun verebilmek içinde müthiş bir yaratıcılık ve hayal gücü gerekir ve Avatar' da kesinlikle ikiside vardı. Konu olarak bazı noktalarda zayıf kaldı ama ara ara verilen mesajlarla durum toparlandı gibi.

Görüntüye gelince en kötü 3d izlenmeli, aman aman öyle ateş gözünüze girmiyo, oklar size doğru uçmuyo ama Pandora' nın tadı ancak böyle çıkar, en iyide imax teknolojisi ile izlenir. Son olarak harcanan milyon dolarlara ve yıllara fazlasıyla deymiş bir film. Henüz izlememiş olanlara, kaçırmayın, kesinlikle pişman olmazsınız...

3 Ocak 2010 Pazar

Yeni yılın ilk günleri...

yılbaşını ailemle kutlamayı seviyorum ben, son 10 yıldır böyle.
yine kalabalık bir yemekten sonra daha da kalabalıklaştık tabi,
bol eğlenceli, kahkahalı, dans etmeli bir gece geçirdik.
yeni yıla beraber, mutlu ve eğlenerek başladık, devamı da böyle gelsin dedik:)
.
cuma günü yılın ilk doğum günü partisine davetliydik.
minik kuzu Elif kız birinci yaşına girdi, hediyemizi aldık kutlamaya katıldık.

çok cici bir pasta ve leziz yiyecekler eşliğinde keyifli bir aile ortamında kutladık kızımızın doğum gününü.
minik adam biraz huysuzlandı önce ama oyuncak atı görünce yelkenleri suya indirdi hemen.
bütün bir kutlama boyunca tepesinden inmedi,
dün sipariş verdik, kahverengisi için, gelirse bakalım, çook sevinecek eminim.
.
hareketli iki gün geçirdikten sonra cumartesi biraz başbaşa kaldık minik adamla.
hem ev yapımı oyuncaklarla hemde yeni yıl hediyeleri ile oynadık.
yelken oyuncaktan verdiğim siparişlerim iki gün içerisinde elimize ulaşmıştı.
ancak yaş olarak biraz büyük aldığım için alıştırma turları yaptık,
oyuncaklardan birinin parçalarını daha önce ponponlar ile oynamak için hazırladığım kartonunun üstüne yerleştirdik.
aynı aktiviteyi dört farklı renk kullanarak yeni hazırladığım kartonun üstüne de yerleştirdik.
bu aralar renkler üzerine yoğunlaştık, hadi bakalım...

minik adamın yeni yıl hediyeleri arasında üç tane de puzzle var.
teyzoşu ve ananesi birbirlerinden habersiz sesli puzzle almışlar.
soldaki Melissa&Doug 'un çiftlik hayvanları, inek sesinden korktu minik adam ama pisinin hatırına oynuyoruz.
sağdaki ise Tchibo' nun sesli yılbaşı puzzle, bunda da hem arabaya hem pisiye bayıldı.
üçüncü puzzle dayısından ama daha onunla oynamaya başlamadık.
sonraki haftalarda oynamak için diğerlerinin yanına kaldırdım.

.
ayın üçü oldu bile, minik adam bugün tam 16 aylık oldu.
10 kelime konuşuyor ama derdini anlatmak için daha çok parmağını kullanıyor.
evin muhtarı gibi, O' dan habersiz hiçbişey yapılmıyor.
çamaşır&bulaşık makinası boşaltıyor, çamaşır asıyor&topluyor, buzdolabını karıştıyor,
yürümüyor koşuyor, kumandaları kullanabiliyor, getir-götür işi yapabiliyor:)
şimdiyse yatağında mışıl mışıl melek gibi uyuyor ve annesi O' nu çoook seviyor...