31 Temmuz 2009 Cuma

Felsefe Eşliğinde Aşka Yolculuk...

Charlotte Greig' in okuduğum ilk kitabı Felsefe Eşliğinde Aşka Yolculuk...

Alacakaranlık etkisinden kurtularak başka kitaplara da bakmaya sonunda başladım. Ama pekde iyi bir seçim yapmamışım. Sevgilimle çoğu zaman çok farklı kitap zevklerimiz var, başucunda bu kitabı görünce çok ilgimi çekti, başlık, renkler, kapak resmi çok hoşuma gitti ve elimdeki kitap biter bitmez başladım...

Felsefe öğrencisi Susannah, kendinden 10 yaş büyük Jason ile birlikte yaşamaktadır. Jason sayesinde okul arkadaşlarına göre çok daha rahat yaşarken sınıf arkadaşı Rob ile yaşamaya başladığı aşk ortalığı bulandırır ve bir karar vermek zorunda kalır. Kararı verirken ailesinin yada arkadaşlarının düşüncelerini dinlemek yerine üç önemli felsefecinin kitaplarına başvurur: Nietzsche, Heidegger ve Kierkegaard.

Felsefecilerden alıntı yaptığı, onların yorumlarını yazdığı bölümlerde -doğal olarak- aynı cümleyi 3-4 kez okuduğum oldu -anladım mı? bir ömür lazım bu arkadaşları anlamak için, çok da kasmadım:)- ama onları dışında yalın anlatımı vardı -yine doğal olarak-.

Öyle aman aman bir kitap değildi ama daha kötüsü sonu bence askıda kaldı...

30 Temmuz 2009 Perşembe

Sadece büyümekle kalmıyorlar içimdeki mutluluğuda büyütüyorlar...

İkinci mahsüller büyüyor...
Veee mmiiisss gibi kokuyorlar...

Önde sıralarını bekleyenler biber...
Arkadaki uzunlarda domates...
Yakında ayırmayı düşünüyorum saksılarını...
Ferah ferah büyüsünler...

Oğluşumun halasından minik bir hediye ;)

Soldakiler kavun, aralarında da maydanoz...
Gerçi kavunlar çok uzun süre bizimle kalmayacak...
Kavun geniş yer severmiş malesef yerimiz yok:(
Teyzemin bahçesine götürmeyi düşünüyorum...
Sağdaki fesleğen, mis mis :)

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Mutlu Evlilik Yıldönümleri!

Bu güzeller güzeli gelin annem...
Bu gözlerinin içi gülen damat babam...
Onlar evleneli bugün tam *31* yıl oldu...
Onlar tam 31 yıldır birlikteler...
İyisiyle kötüsüyle bir hayatı paylaşıyorlar...
Çok mutlu oldukları günler oldu...
Sevindiler, bebişleri oldu...
Kavga da ettiler, mutsuz da oldular...
Sıkıntı da çektiler, üzüldülerde...
Ama onlar herşeye rağmen 31 yıldır birlikteler, evliler...
Benim bu evlilikten öğrendiğim çok güzel şeyler var:
Ne olursa olsun ev içinde olan evde kalır gibi...
Çoçuk evin çiçeğidir, ailenin tadı tuzudur gibi...
Sorumluluğu iki kişiye aittir gibi...
İnsan eşinin en yakın arkadaşıdır gibi...
Bazen ayrı gibi görünsende derinden bağlısın gibi...

***
Sevgili annem ve babam,
İyi ki sizi seçmişim ve sevmişim...
İyi ki sizinle yaşlanıyorum...
İyi ki oğluşumun sizin gibi bir ailesi var...
İyi ki varsınız...
Sizi çok seviyorum.

Çook mutluyum çoook:)

Madonna Türkiye'ye geliyor!
5 Eylül' de Atatürk Olimpiyat stadında konser vermek için!
4 gün boyunca da İstanbul'da olucakmııışşş...
Bilen bilir 3 aydır Madonna diye sayıklıyorum...
Hatta diyordum ki: "Madonna Türkiye'ye gelsin biletler 300lira olsada giderim:D"
Gerçi bilet fiyatları 100tl ile 1250tl arasında değişecekmiş...
Aman ne güzel:D
Yaa bayılıyorum ben bu kadına...
Bana Müzik Yelpazesinin karşısında televizyonun sesini açıp dans ettiğim günleri hatırlatıyor...
Hiç kaçırmazdım...
Kadın da kadın ama...
Hala genç, hala dinç, hala kadın, hala sexy...
Hem anne hem iş kadını...
İkisini de süper idare eden bir kadın...
Bu 3 güzel çocuğunda annesi...

Oğlu Rocco aynı babası ;)
Kızı Lourdes kendisinin gençliği :)
Küçük oğlu David yeni katıldı aileye ;)
Hatta yakınlarda aileye yeni bir bebek daha katılabilirmiş...

***
Gelse de gitsek...
Dinlesek...
Eğlensek...
Şu kadını da bir görsek...

23 Temmuz 2009 Perşembe

Saçlar kırt kırt...

Tatlı kuzum ve sevgilim güzel bir sürpriz yapmak istemişler ve berbere gitmişler...
Çok seviyordum saçlarını, rüzgarda çok güzel dalgalanıyordu, ipek gibiydi. Ama sıcak İstanbul gecelerinde de bol bol terletiyordu. Sıcağın yanında saçını kestirme sebeplerimizden biri de saç çekmeyi seviyor benim oğluşum. Annesinin ve Yasemin teyzesinin uzun uzun saçları saç çekmeyi ve onlarla oynamayı daha bir keyifli hale getirdi tabi... Bizi izin vermeyince kendi saçını çekiyoo kuzu:) Videosu var aslında saçları kesilirken ama büyük bir kısmı bağırma ve yapmacık ağlama sahneleri ile dolu :) Tabi 1 dk bile yerinde durmadığı için saçlar asimetrik, uzayınca biraz normalleşir diye kendimi avutuyorum:D




Ne zamandır benim de aklımdaydı ama bir türlü cesaret edemiyordum. Hele bir de Umud' um "kestirdikten sonra çok büyümüş gelecek gözüne" dedikten sonra iyice soğumuştum. Hemen büyümesin istiyorum, annesinin koynunda uyusun babasının boynundan inmesin istiyorum... Aslında hem büyüsün hem büyümesin istiyorum... Tamam doğrusu büyümüşte olsa bebişte olsa hep annesi ve babası hayatının önemli bir parçası olsun istiyorum...

P.S. Tatlı bebeğim çoook yakıştı bu saçlar sanaaaaa:D

21 Temmuz 2009 Salı

Disiplin?

Tatlı kuşum neredeyse 11 aylık oldu...

Emekliyor, yardımla yürüyor -bazende yardımsız ve canı isterse birkaç adım atıyor ;)- yaramazlık yapıyor; digitürk kartını yerinden çıkarıp bize almamız için uzatıyor, prizlere parmağını sokmak istiyor, masanın üzerindekileri deviriyor, dolapları boşaltıyor, buzdolabını açıyor, elindekileri yere atıyor, balkondaki domateslerimi çekiştiriyor, 1 dk yerinde durmuyor:)

Önceden kararlaştırılmamış tamamen doğal akışlı rollerimiz var sevgilimle. Ben kötü polisim sevgilim iyi polis. Ben disiplin yanını besliyorum babası ise özgür yanını, ben hayırı daha çok kullanıyorum, sevgilim ise hadiyi. Mümkün olduğunca dengelemeye çalışıyoruz, keşfederek öğrenmesini engellemeden, kısıtlamadan ve tabi ki bizi de dinlemesini sağlayarak. Yavaş yavaş oğluşumda kime, neyi, ne kadar yaptırabilceğini anlamaya başladı. Ben daha net bir duruş sergiliyebiliyorum, istediğini her zaman yapmasamda yapmadığım zamanlarda dikkatini başka birşeye verdirerek geçiş yapmaya çalışıyorum. Babasıyla her ne istiyorsa oluyo, bu asla bir şikayet değil, seviyorum sevgilimin bu aşırı verici tavrını ama ileride ne olucak bilmiyorum;)

Zor zanaat gerçekten çocuk yetiştirmek, tüm bu koşuşturmanın içinde dengeli olucaksın, daha da önemlisi dengeyi koruyacaksın...

Bunları düşünürken şu yazıyı buldum. Daha öncede bahsetmiştim Gelişim Uzmanı Psikolog Sinem Olcay'ın yazılarını takip ediyorum diye, bu yazıda onlardan biri:

Disiplin Gerçekten Gerekli mi? (Bölüm 1)

Küçük çocuğu olan ailelerin pek çoğu bu soruyu sık sık sorar ve cevap olarak, bu yaş grubu için disiplinin aslında gerekli olmadığını duymak ister. Bu yaklaşımdaki anne babaların inandığı şey: ‘Eğer çocuğumu sever, ona anlayış gösterir ve duyarlı davranırsam disipline ihtiyacı olmaz çünkü böyle davranılan çocuklar doğal olarak sevecendirler ve ebeveynin isteklerine kendiliğinden uyarlar’ düşüncesidir.

Malesef ki çocuk yetiştirmek bu kadar basit değildir. Çocuklarımız, bizim kopyalarımız değildir. Onların da kendi istekleri, ihtiyaçları ve hatta planları vardır ve çoğu zaman bu istekler ailenin genelinin kazanımıyla uyumlu olmaz. Küçük çocukların, belirli bir davranışın kabul edilebilir ya da kabul edilemez olduğunu öğrenebilmesi için ebeveynin tepkisini görmesi gerekir. Çocuğumuz büyüdükçe, sosyal ve duygusal açıdan sağlıklı gelişebilmek için sevecen yanımızla birlikte disiplin veren yanımıza da mutlaka ihtiyaç duyacaktır.

Disiplin, çocuğa içsel kontrolü öğretme yoludur. Doğru disiplin yönteminin ne olduğu ise çocuğun gelişimsel düzeyine göre farklılaşır. Henüz konuşamayan ya da çok az konuşabilen küçük çocuklar için sözlü disiplin yerine ebeveynin duruma müdahale ederek davranışı durdurma ya da başka bir yöne kaydırma şeklinde disiplin vermesi daha faydalıdır. Daha büyük, konuşma becerileri gelişmiş çocuklarda ise içsel kontrol daha fazladır ve onlar için, ne yapıp ne yapamayacaklarının sözlü olarak söylenmesi daha ideal bir disiplin şeklidir. Aslında, 3-4 hatta daha büyük yaşlara gelmiş çocuklar bile bazen sınırları fazlasıyla zorlayabilirler. Ebeveynin direkt ve kararlı müdahalesi bu yaş grubunda bile zaman zaman gerekli olabilir.

Doğru disiplin şeklinin, çocuğun yaşa bağlı gelişimsel ihtiyaçlarına göre nasıl farklılaştığını anlamak için gerçek hayattan örneklere bakabiliriz:

14 Aylık Efe, etraftaki herşeyi keşfetmek isteyen oldukça hareketli bir çocuktur. Salonda duran saksıların içindeki toprakları yemek, elektrik prizine parmağına sokmak, lavabonun altındaki dolabı açmak ve çöp kovasını devirip içinde araştırma yapmak, yerde bulduğu her çöpü merakla incelemek ve ağzına götürmek Efe’nin sıklıkla yaptığı şeylerdir.

Aslında Efe’nin yaptıklarında ahlaki açıdan bir yanlışlık yok ama sonuç olarak bu davranışlar kirli, yıkıcı ve tehlikelidir. Efe’nin ailesi evi güvenli hale getirmek için elinden geleni yapmıştır ama Efe her seferinde karıştıracak yeni bir şey bulmaktadır. Bu süreç pek çok aile için oldukça zorlayıcıdır. Ailenin, çocuğun yanlış davranışıyla her karşılaştığında kararlı şekilde ‘hayır’ demesi ve çocuğu uygun şeylere yönlendirmesi gerekmektedir.

Çoğu zaman çocuk koyulan sınırlardan ve yönlendirmelerden hiçbir şey anlamıyor gibi gözükür ama her bir deneme aslında bir katkı sağlamaktadır. Çok yakında Efe yasaklı hedefe yaklaşırken duraksayacak ve devam etmeden önce ebeveynin yüz ifadesini kontrol etmeye başlayacaktır. Tüm bunlar Efe’nin anne babasının yasaklamalarını ve yönlendirmelerini hatırladığını göstermektedir ve bu hatırladıkları, Efe’nin bir türlü bastıramadığı her istediğini yapma dürtüsüne artık baskın gelmeye başlamıştır.

Bu süreç daha uzun zaman devam edecek olsa da Efe vicdan diye bildiğimiz yanının temellerini atmaya başlamıştır. Çocuklar için doğru davranışları içselleştirme süreci doğrunun ne olduğuna dair dışarıdan gelen komutlara uyarak başlar.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

***the M. the F. the Ö***

Serin bir İstanbul gecesi...
Güzelim şehrimin eşsiz boğaz manzarasına karşı...
Bir müzik ziyafeti daha...
Kulağım da tatlı bir ezgi...

Oooo diday di day day...
Aliiii desideeeroooo...
Sude sude suuu....
Ele güne karşı yapayalnız....
Sakın gelme...

Sana sarı lalerler aldım, çiçek pazarından....
Vurgun yedim, bu sevdadan vurgun yediim...
Bu sabah yağmur var İstanbul' daa...
Yandım yandım...
Güllerin içinden canım...
Bodrum bodrum....
Yalnızlık ömür boyu...
...

17 Temmuz 2009 Cuma

5' i bir yerde...

Takıldık bu aralar yine film seyretmeye...
Aslında okuduğum kitapta fena değil ama...
20 tane film birden alınca bir yerlerden başlamak lazım...
...
Angels&Demons

Dan Brown' un tüm kitaplarını okuduktan sonra filmi izlememek olmazdı. Daha önce de demiştim ya kitabını okuduğum filmleri çok beğenmiyorum diye ama bu biraz farklıydı. Neden farklı olduğuna gelince önce konusundan bahsetmem gerek: Papa yeni ölmüştür ve Vatikan, eski ve gizli bir topluluk olan Illuminati'nin tehditi altındadır ve bu komployu çözmek için Peder Patrick -Ewan Mcgregor- işaret bilimci Robert Langdon' ın -Tom Hanks- yardımını ister...

Film Roma' nın birbirinden güzel heykelleri, çeşmeleri, kiliseleri arasında geçiyor. Balayında Roma'nın eşsiz güzelliklerini dünya gözüyle görmüş biri olarak film boyunca sevgilimle yürüdüğümüz sokaklarda tekrar bulunmak beni hem çok mutlu etti hem çok heyecanlandırdı. Bu güzel akdeniz ülkesinde havasından mı suyundan mı yoksa balayı sarhoşluğundan mı bilinmez rüya gibi bir hafta geçirmiştik. Gidebileceğimiz her yere gitmek için uğraşmış, tüm şehri görmeye çalışmıştık ama sanıyorum Roma'yı tam gezebilmek için bir süre orda yaşamak lazım, her yerinden resmen tarih fışkırıyor. Ama şu da bir gerçek tarihlerine sahip çıkmalarına, en ufak parçasını bile korumalarına hayran kaldım...

Ülkeminde bir çok yerini görme fırsatım oldu, bazılarından çok etkilendim ama bu şehrin yeri ayrı valla ne diyeyim... Umarım dünya gözüyle Sistine Chapel 'i bir kez görebilirim ;)

Filme gelince, imdb 7 vermiş ama benim gönlümde 10 geçti valla...
...
New in Town

Hollywood piyasasıda krizden etkilendi diye boşuna demiyorlar, bu kadar klişe bir film izlemeyeli uzun zaman oldu. Adından da biraz anlaşılacağı üzere sabun köpüğü filmlerden. Başarılı ve akıllı bir iş kadını olan Lucy -Renee Zellweger- kısa bir süreliğine işi gereği küçük bir kasabaya gider ve Ted ile tanışır -Harry Connick- ancak kasaba hayatına, arkadaşlık ilişkilerine alışmakta zorlanır. Bridget Jones' un günlüklerinde Renee' ye hayran kalmıştım, çok başarılıydı ancak bu filme hayal kırıklığına uğradım, kriz O' nu da vurmuş böyle gereksiz filmlerde bile boy göstermeye başlamış ;) Ama tamam kabul ediyorum birazda olsa bilerek aldım -kafa dağıtmaca- ama Renee' nin ve filmin bu kadar kötü olabileceği hakkında en ufak bir fikrim olsaydı gerçekten almazdım..
...
Bride Wars

Sevgilimin arkadaşlarıyla takıldığı bir akşam tek başıma şöyle biraz keyif yapayım dedim. İyi de denk geldi kesin uyurdu bu filmde, bir sabun köpüğü daha:D

Neyse, Bride Wars, Kate Hudson ve Anne Hathaway 'in son filmi... Bu iki hatunu da seviyorum ben, tamam kabul ediyorum çok da oyunculuk gerektirmeyen filmlerde oynadılar şimdiye kadar ama her zamanda öyle ağır filmler çekilmiyo ki canım. Konusuna gelince, çocukluklarından beri arkadaş olan Liv ve Emma' nın ortak hayallerini -Haziran'da Plaza Otelde evlenmek- gerçekleştirirken yaşadıklarını anlatıyor. Keyifli, eğlenceli biraz çirkef, kızkıza izlenecek tarzda bir film... Aaa birde filme Kate Hudson' ın giydiği Vera Wang gelinliğe bayıldım...
...
Palermo Shooting

Geçen akşamda sevgilimin tercihini izledik, Palermo Shooting. Fotoğrafçı Finn' in yaşadığı karmaşık duygular yolunu Plaemo'ya düşürür ve orda Flavia ile tanışır, birazda O' nun yardımıyla korkularıyşa yüzleşir. Başlarında biraz sıkıldım ama sonunu getirdim. Aslında filmi izlememin birkaç sebebi var:

Bir. Filmin yönetmeni ve senaryonun yazarlarından Wim Wenders... Değişik bir bakış açısı var bu adamın...
İki. Giovanna Mezzogiorno... Ferzan Özpetek' in Karşı Pencere filminden beri seviyorum ben bu hatunu, farklı bir güzelliği var...
Üç. Palermo, Sicilya... İtalya işte daha ne diim... Sokaklar, insanlar, manzara...
Dört. Müzikleri... Şu satırları yazarken bile dinliyorum...
...
Yes Man

Bayılıyorum Jim Carrey' e! Çok güldüm, çok eğlendim, film boyunca ara ara düşüncelere daldım ama olsun... Carl, -Jim Carrey- bankada çalışan, hafif depresif, mutsuz, hayata karşı duran bir adamdır, bir gün uzun zamandır görmediği bir arkadaşı ile karşılaşır ve O' nun sayesinde bir seminere katılır. İlk başta reddetmesine rağmen akışına bırakır ve karşısına gelen bütün fırsatlara "evet" deme zorunluluğu olan bir programa girer ve hayatında müthiş bir değişim başlar.

Çok basitçe Kuantum mantığını anlatıyor aslında film, hayatta hayır demektense anı yaşayacaksın, fırsatları kaçırmayacaksın... Dedim ya film boyunca düşündüm, acaba sadece 1 gün bile olsa -belki şimdilik kim bilir;)- karşıma çıkan her fırsata, herşeye evet desem mesela? Tamam korkutucu biliyorum ama ilk başta herşey zor gelir zaten... Merak ettim hala da ediyorum?!? Bilmiyorum...

P.S. İlk ve son film süperdi, tavsiye olunur, geri kalanları tercihe bağlı değişir;)

9 Temmuz 2009 Perşembe

The Host...

Stephenie Meyer' ın son kitabı The Host...

Alacakaranlık serisini okuduktan sonra yazarın son kitabı okumamak olmazdı. Kitap serinin devamı olarak yazılmamış, vampirlerden uzak ama yine fantastik bir konusu var.

Konusundan biraz bahsedersem, dünya yaratıklar tarafından istila ediliyor -önyargı yapmayalım salyalı alienlardan bahsetmiyorum :)- İstilacı yaratıklar bedenleri ele geçiriyor ve bedenin sahibi olan kişiyi bastırarak ya tamamen siliyor yada alt benlik haline getiriyor ve bedenin içerisinde yaşamaya başlıyor, bir nevi parazit durumu. Kitap bedeni alınan Melanie' nin, kendisini ele geçirme ve sevgilisini bulma çabalarını anlatıyor ve hikayenin tamamı bedeni ele geçiren Wanderer' ın dilinden anlatılıyor. Aslında -çok özümsedim galiba- hala hayatta olup, kendi bedeni kontrol edememek, isteklerini yaptıramamak, düşüncelerini kabul ettirememek korkunç bir durum. Neyse...

İlk 4 kitabı okuduktan sonra merak ediyordum acaba Alacakaranlık serisinin konusunu mu beğendim yoksa yazarın yazım tarzını? Bu kitabı okuduktan sonra netleşen bir kaç nokta var:
bir. yazar çok fazla pembe dizi izlemiş, herkes için daima mutlu son vardır mantığına sahip...
iki. artık salaklık derecesine gelmiş aşırı verici karakterler yazmaktan çok hoşlanıyor...
üç. şimdiye kadar ki birçok karakter hemen hatalarını anlayacak tarzda insanlar, olgun ve akıllılar. Tarz hep aynı, herkes mantıklı...
dört. alacakaranlığın konusu güzelmiş, yazarın tarzı değil...
beş. ama yine de serinin devam kitabı Midnight Sun'ı okuyacağım... Off merak!:)

Beğendim mi, yani evet beğendim ama öyle "wow ne kitap!" tezahüratı içerisinde değilim. Okuduğuma pişman da değilim aksi taktirde hep merak ederdim ama okumayanlar için nacizane fikrim çok da bişey kaçırmıyorsunuz...

Aaa bu arada kitabın filmi çekilmiş bile, kadro çok iyi Hugh Laurie, Mila Jovovitch, Evangeline Lily... Buyrun...

8 Temmuz 2009 Çarşamba

*** SANTANA ***

Carlos Santana...
2 saatten fazla aralıksız performans...
Boğazın serin sularının kıyısında, dolunay ışıltısıyla unutulmaz bir gece...
İnanılmaz bir keyif...
Ölmeden önce yapılacaklar listeme bir tik daha....







Love supreme...
Supreme....
Supreme....

***Resimlerin üzerine bir tık, daha net görüntü***

7 Temmuz 2009 Salı

Kızarmış yeşil domatesler:D

Sonunda domateslerimiz yenilecek kıvama geldiiii:D
Canım oğluşum afiyetle yer artık:D
Mis gibiler mis...

Bu yeşil kuzularda Sinop' tan aramıza katıldı...
Yeni canlar...

Daha halasından gelecek olanlar var...
Maydanozlar var...
Bahçem de büyüyo ;)

5 Temmuz 2009 Pazar

10. Ay...

Canım oğluşum artık 10 aylık oldu....
Bugün oğluşumu Yasemin teyzesi ile beraber rutin kontrolü için Dr. Alev' e götürdük, her zamanki gibi çok pozitifti oğluşumun doktoru ;)

Tatlı kuşum muayene ederken 1 dk yerinde durmadığı için muayene kısmı biraz zor oldu:) Kuzum, bu ay 480 gr almış ve 9,480 gr olmuş, boyu 2,5cm uzamış ve 72,5 cm olmuş ve baş çevresi 0,5cm büyümüş ve 45,5cm olmuş. Yemek düzenini günde 500-750cc arasında süt ve süt ürünleri almaya devam edecek şekilde düzenledik. Tatlı oğlum yaşına kadar olması gereken aşıları yapıldığı için bu kontrolde aşı vurulmadı, birkaç ay rahatız:D

***

Canım oğluşum artık 10 aylık oldu.... 10 ay...

Zaman çok hızlı geçiyor, gerçekten, eğer hızlı geçtiğini düşünüyorsanız birde çocuk sahibi olun diyorum :)) Aslında
her çocuğun kendini yaşadığına inanan biri olarak bu tarz yaklaşımlarda bulunmak hiç tarzım değildir ama konu zamana gelince sanıyorum bu genelleme doğru olur.

Bu dünyalar güzeli bebek hayatıma girdiğinden beri hayat başka bir zaman kavramını yaşıyorum sanki. 10 ay ne çabuk geçti, sanki daha dün karnımdaydı, tanıştık, koklaştık, sanki daha dün göğsümdeydi, mini mini tulumların içindeydi, sanki daha dün yeni yeni emekliyordu... Şimdiyse el sallıyor, el çırpıyor, ba-ba-ba diyor, pire gibi hızlı emekliyor, tek başına 1 adım atabiliyor, gülüyor, oyunlar oynuyor, şımarıklık yapıyor...

Gerçi hiçbirşey yapmasada sadece nefesini dinlemek bile beni dünyanın en mutlu insanı yapabiliyor....

Tatlı bebeğim hayatıma gireli 10 ay oldu...