30 Kasım 2009 Pazartesi

Bayramın son günü...

sakin bir bayram geçirelim istedik
evde, ailece, başbaşa.
birkaç akraba ziyaretinden, hoş sohbetten ibaret bir bayram
yeterde artardı aslında.
ama günler pek planladığımız gibi geçmedi.
bayramın ilk günü ufak bir kaza geçirdi minik adam,
çok şükür şimdi daha iyi.
dudağının içi iyileşti baya,
dikişleride iyileşiyo,
bir sorun çıkmazsa çarşamba aldırıyoruz.
ben biraz rahatsızlandım bu arada,
süperim dimi, bir ayda iki kez.
yaşadığım üzüntüden mi yoksa yorgunluktan mı bilinmez
tekrar buldu beni hastalık.
bu sefer minik adama da bulaştırdım malesef:(
Burnu akıyo, ateşi var, halsiz,
oyun bile oynamak istemedi bütün gün.
şimdiyse mışıl mışıl uyuyo.
gecenin devamı nasıl geçecek bakalım.
.
sağlık durumu biraz sallantıda ama keyifler iyi.
az önce kaşıkladığım nutella etkisini göstermeye başladı sanırım.
geçmişte olsa tüm blog aleminin kurban bayramını kutluyorum.
.
yarın yeni bir hafta başlıyo.
böyle bir hafta geçirelim derim ben.
Görsel: burdan

28 Kasım 2009 Cumartesi

Bayramın ilk günü...

.yağmur yağmasına alışkın bir bayram sever olarak şaşırtıcı güzellikte bir bayram sabahı başladı.
.minik adam her sabah olduğu gibi uyandırdı bizi.
.sabahları çok mutlu oluyor, bayılıyorum bu haline.
.yatakta aile keyfi yaptık biraz.
.boğuşmaların arasında ilk köpek dişinin sonunda çıktığını farkettik.
.son 1 ay hem azı dişi hemde köpek dişi beraber çıkmaya karar verdikleri için çok zorlu geçiyordu.
.ve sonunda çıkmış olmaları küçük bir bayram provası yaşattı.
.çıkan dişleri sayesinde kahvaltısını daha rahat yedi.
.ve O' nun için yaptığım oyuncağı ile oynamaya başladı.
.
.sonrasında herşey çok hızlı oldu aslında.
.beraber yerde oturmuş oyun oynuyorduk.
.biranda ayağa fırladı ve arabalarını almaya gitti.
.arkasından bakıyordum.
.her zaman yaptığı birşey bu ve benimde O'nunla gitmeme gerek yoktu.
.koşarken önüdeki arabayı fark etmedi ve takıldı.
.biranda dengesini kaybetti ve kafasını vurdu.
.hatta alnını vurdu sandım.
.sevgilime bağırdım çok kötü vurdu diye.
.fırladık, kucağıma alıp yüzüne baktım.
.içimden şimdi şişecek diye geçiriyordum.
.kaptığım gibi banyoya koştum.
.yüzüne su çarpması için sevgilime bırakıp mutfağa buz almaya gittim.
.10 saniye sonra döndüğümde ağzından kanlar akıyodu.
.üstü, yüzü, lavabo, sevgilimin elleri kan içindeydi.
.anlamadım önce, nerden çıktı dedim, kafasını vurmuştu sadece.
.sevgilim yüzünü yıkadıkça dudağının altındaki yarığı fark ettim.
.yeni çıkan dişleri çok derin kesmişti.
.kanamayı durdurabildiğimiz kadar durdurup kendimizi dışarı attık.
.in cin top oynuyodu sokaklarda.
.hastaneye gittiğimizde O sakinleşmiş ama bu sefer ben başlamıştım.
.cerrah "2 dikiş" dedi.
.O' nun dudağına ama benim kalbime 2 küçük dikiş.
.en küçük iğne ve en ince iplik ile 2 küçük dikiş.
.O ağlar, ben ağlar.
.benim paniğimin tersine sevgilim olayın başından beri çok sakindi.
.seviyorum soğukkanlılığını.
.gözüm tentürdiyot şişesinde.
."tamam annecim, bitsin parka gidicez annecim, söz kedi sevicez annecim" ler arasında.
.bitti ızdırap.
.kaza gerçekleşmeden önceki fotoğraflarından biri bu.
.şimdiyse tek tarafı bıyıklı kedi gibi.
.şükrediyorum, daha kötüsü olmadı diye.
.korkuyorum, iz kalır diye.
.bilmiyorum, inşallah kalmaz.
.üzülüyorum, acaba bişeyler yapabilirmiydim diye.
.dualar ediyorum, çabuk iyileşsin diye...

25 Kasım 2009 Çarşamba

Bir&bir...

Luke Rhinehart'ın yada yazarın gerçek adıyla George Cockcroft' ın ilk kitabı Zar Adam.

Yazar aslında psikoloji eğitimi almış bir Zen Tarihi ve Batı Kültürleri öğretmeni. Ders sırasında hayatı zarın kontrolüne bırakma konusuna deyindiğinde sınıftan aldığı ters tepkiler sonucunda bu yaşam tarzının bir kitap olabileceğine karar vermiş ve yazdığı kitabı kendi zar deneyimlerini kullanarak Luke Rhinehart adıyla yayınlamış.

Kitap, Manhattan' da yaşayan evli, 2 çocuklu, hali vakti yerinde ama hayatından aşırı derecede sıkılmış bir psikoloğun bir gece zara seçenekler verip gelen seçenek ne olursa olsun yerine getirmesiyle başlıyor. Yaklaşık 500 sayfa boyunca yazar, aklına gelen her iyi yada kötü durumu kendinden kurtulmak, tekli kişilikten sıyrılıp çoklu kişilik olabilmek adına zara seçenek olarak veriyor ve uyguluyor. Benim gibi "en güzel değişim yavaş olandır" diyen biri için bu tür kişilik değişimleri çoğu zaman sınırlarımı zorladı. İlerleyen bölümlerde zar yaşamı ve zar insanları bir tür tarikat haline geliyor ve zar atmaktan oyun olmaktan çıkıp bir yaşam tarzı haline dönüşüyor.

Sinir olduğum çok nokta vardı kitapta ama beğenmedim diyemem, çok ilginç bir konusu ve kurgusu vardı, asla unutmayacağımdan eminim. Devam kitabını araya başka kitaplar aldıktan sonra okumayı düşünüyorum.

Audrey Tautou' nun son filmi Coco Before Chanel...

Ünlü bayan giyim markası Chanel' in kurucusu Gabrielle "Coco" Chanel 'in gerçek hayat hikayesini anlatan, kostümleriyle, görüntüleriyle, müziğiyle izlemesi çok keyifli bir film. Hikaye, Fransa' da bir yetimhanede başlıyor ve harika bir defile ile son buluyor. Bunu yazmamda bir sakınca yok sanırım çünkü sonuçta hepimiz Coco 'nun başarılı bir iş kadını olduğunu biliyoruz ;)

Gerçek hayat hikayelerini izlemek her zaman hoşuma gitmiştir. Eğer bir de filme bi yerlere gelebilmek için çalışan, erkeklerin hakim olduğu moda dünyasında 'biri' olabilmek için uğraşan, hayalleri olan bir kadının mücadelesi anlatılıyorsa ve bu kadını da Audrey Tautou oynuyorsa kesinlikle tavsiye ederim. Filmde, Coco' nun ilk defa denizi gördüğündeki yüz ifadesi, piyano başında Boy' u gördüğü sahneki bakışları ve kendine gömlek diktiğindeki sahnedeki ciddiyeti ve profeyonelliği filmde aklımda kalan ve hoşuma giden birkaç sahne.

Imdb 6,6 vermiş ama benden 8,5 rahat çalışır. Chanel' in hikayesini merak edenler kaçırmasın derim...

24 Kasım 2009 Salı

Sevgilimin örtmenler günü...

Evet unuttum napim, google sağolsun, baktım kağıt kalem o zaman hatırladım.
Çiçek göndermek yerine de kalpli ağaç gönderim dedim hem de süper bir mesajla;)
Görsel: burdan

22 Kasım 2009 Pazar

Böyle bir haftasonuydu işte...

Eskiden beri çabuk yorulurum kapalı alışveriş merkezlerinde.
Üstüme üstüme gelir herşey ve herkez.
Minik adamdan beri iyice gitmez olduk.
Bu haftasonuda kapatamadık oralara kendimizi.
Tamamen değişen planlarla hızlı bir haftasonu geçirdik.
Önce babasının ofisine uğradık ve O'nu ordan kurtardık.
Takıldık ailece ;)


Bu güzeller güzeli boncuk gözlü kuzuyu da gördük bu haftasonu.
Büyüdükçe birlikte vakit geçirmeleri daha keyifli olmaya başladı sanki.
Elif kız, minik adamın arabalarıyla oynamasını izlerken çok eğlendi,
Deniz' de Elif kızın oyuncaklarıyla oynarken...


Bir gece önce çok az uyumasına rağmen,
pazar kahvaltısında pek bi keyifliydi minik adam...

Öğleden sonra yollara düşüp minik adamın halasını ziyaret ettik.
Araba koltuğunda, pusette ve uyurken meme emmek isterse çoğu zaman izin veriyoruz...


Haftasonu 3 gün olmalı, bişey anlamıyorum 2 günden...
Pazartesi geldi bile...
Hadi bakalım, perşembe öğlene kadar idare edicez artık ;)

20 Kasım 2009 Cuma

Cuma değil mi bugün?

Kulaklıkta bu şarkı çalıyo, yüzümde bir gülümseme mutlulukla ritme ayak uyduruyorum.
Haftasonu hava böyle olcakmış, ya burda oluruz ya da evde oyun oynuyo oluruz.
Ve muhtemelen akşamda patlamış mısır eşliğinde bunu veya bunu izleriz...
Wuuhuu ;)
Herkese iyi haftasonları, keyfini çıkarın ;)

Görsel: burdan

19 Kasım 2009 Perşembe

Haftasonuna bir kala...

Çok zor kalktım bu sabah yataktan, kazındım resmen tabiri caizse. Bütün bir günü excel hücreleri arasında geçirdikten sonra gece de uyku da çalışınca sabah gözlerimi açamadım. Kapalı gözle çay demlersen çaydanlığa suyu koymayı unutursun tabi, koca bir afferin bana. Ben bu haldeyken minik adam çoktan uyanmış bağırıyordu odasından, ne enerji sabah sabah :).
.
Bir koşturma halindeyiz her sabah. Kahvaltı hazırla, üstünü değiştir, makyaj yap, saçına bişeyler yap, oğlanı bezini değiştir, oğlanın üstünü değiştir, odaları ve yatakları topla, kahvaltını et, koşar adım servisi yakala...
.
Neyse, herşeye rağmen yakaladım servisi hatta bu sabah 2 dakika ben onları bekledim. Her zamanki gibi uzun yolculuğu kitap okuyarak geçirdim. Ofise girdim, bilgisayarımı açıp şirket maillerine baktım, çayımı içtim arada, çalışacağım dosyaları hazırladım ama başlayamadım...
.
Ve başlamak da istemiyorum...
Belki bir kahve içersem başlarım...
Başlasam çok iyi olucak...
.
Offf neyse, herkese iyi perşembeler...



Görseller: burdan

17 Kasım 2009 Salı

Masa başı iş ;)

Minik adam ve babasıyla ne zamadır aklımda olan sandalye ve masasını almak için İkea yollarına düştük. İnanılmaz bir kalabalığın arasından rekor bir zaman ile 45 dakikada koşar adım işimizi halledip olay mahalinden ayrıldık. Minik adam, babasının yanına işten anlayan ustalar gibi oturup kendince sandalye yapımına katkıda bulundu. Ben mi ne yaptım, iş bişeyler kurmaya gelince ne yaptıysam onu, oturup izledim vee keyifli anların fotoğrafını çektim;)

Uyku tulumunu giydirdikten sonra bile sandalyenin tepesinden alamadık. Abaküs, minik adama matematikçi anne-babasından hediye ama merak etmeyin şu an sadece renkleri ve üzerindeki resimleriyle oynaması için kullanılıyor ;)

Artık masa başı çalışmaya başladı minik adam. Tabi biraz dikkatli olmakta yarar var çünkü bazen sandalyenin üstüne tünüyo ordan da masaya...






Bir de ayakları yere deyse tam olucak ;)
Fotoğraflardaki oyuncakların bazıları İkea' dan, ana-oğul seviyoruz.
Almayı düşünenlere tavsiye ederiz.
He bi de daha net görüntü için resimlerin üzerine bir tık yeter.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Afternoon treat...


Bu harika cheesecakeler bu harika kadından...
Cheesecakeleri birçok kişi için ünlü ama benim için ünsüzdü, ta ki bugüne kadar.
Klasiklerden limonlu denedim ama daha bekleyen çok lezzet var tabi.
Karamelli, vişneli, Newyork usulü, California usulü ve tabi ki İstanbul usulü sıradakiler...
Eğer sizde benim gibi cheesecake hayranıysanız mutlaka ama mutlaka bir denemeniz lazım...
Ulaşım ve sipariş bilgileri için bir tık.

15 Kasım 2009 Pazar

Minik adamın yeni saç modeli:)

Başlığı yazarken çok hoşuma gitti gerçekten.
Yeni saç modeli:)
Büyümüşte küçülmüş beyefendi sanki...
Artistik olsun, before and after yapalım, bakalım beğenecek misiniz?

Before
And after...

Bağırmaların, ağlamaların ve çığlıkların arasında ancak bu kadar kestirebildik...
Bu bile büyük bir başarı oldu bizim için ;)
Ama kesin kararlıyım, bir daha ki saç kestirmeye olayında ben yokum.
Kalbim dayanmıyo çünkü...

13 Kasım 2009 Cuma

Aynayı kendime çevirmişim...

Son zamanlardaki biraz fazla kendimi anlattığımı fark ettim. Halbuki bu bloğun sahibesinin minik bir ortağı var. Ki bu minik adam bu aralar biraz mızmız, tanıyan herkes değişimin farkında. Yaptıklarından ve yapmadıklarından önce biraz sebeplerinden bahsetsem daha iyi olacak galiba...
Aklımda bikaç şey var aslında. Daha önce de bahsettiğim gibi minik adamı Yasemin teyzesinin gidişi mutsuz etmiş olabilir. Yeni bir ablası var artık, belki O' na alışma dönemi yaşıyo, bilmiyorum. Hasta olduğum 7-8 gün boyunca evde olup, bütün gün sabahtan akşama O'nunla olup işe geri döndüğüm için huysuzlanıyo olabilir. Belki böyle bir dönem geçiriyo, üstüne gitmemek lazım. Belki ve bence en yakın sebep bu, yeni yeni çıkartamaya başladığı birinci azı dişleri ve erken çıkmaya çalışan köpek dişleri sebep olabilir. Birinci azı dönemi yaşıyoruz yani.
.
Tüm bunlar üst üste gelince yeni huylar ortaya çıktı tabi. Eskisi gibi yemek yemek istemiyor -yemek çıkan dişlerin en büyük düşmanı-, aç olunca asabi oluyo bacaksız, tekrar biberon mamasını arttırdık. Yemeğini yediği günlerde evde bir bayram havası esiyo. Elleri sürekli ağzında, bişeyler arıyo içerde, parmaklarını kızartana kadar ısırıyo. Sadece kendi ellerini değil, bizi ısırmaya çalışmaları başladı, vampir gibi ağzını açıp üzerimize saldırıyo -o minik ağız ne kadar açılabilirse artık-. Geceleri tek başına uyumak istemiyo, ben yada babasını çağırıyo, bazen ikimizi de.


Neyse, gecelerimiz biraz zorlu geçiyo bu aralar. Ama bugün cuma. Cumartesiden sonra haftanın en güzel günü. Güneşli bir haftasonu bizi bekliyormuş, biz parkta olucaz, bekleriz...

12 Kasım 2009 Perşembe

Takıldım mı takılıyorum bende...

Takıntılı biriyimdir demiştim ya daha önce, öyleyim gerçekten. Bir filme takılırım mutlaka izlemem lazım diye, bir kitaba takılırım mutlaka okumama lazım diye, mekana takılırım gidip görsem diye...

Bu aralar hayatımdaki yeni takıntı; mor. Eskiden beri çok severim aslında mor rengi ama son zamanlarda mor giyindiğim zaman ki kadar mutlu, huzurlu hissetmemiştim kendimi. Geçenlerde mor süet çizme aldım bu sebepten, olurda Kadıköy taraflarında mor süet çizmeli birini görürseniz, o kişi ben olabilirim:) Sevgilimi de unutmadım, O' da aldı nasibini bu takıntıdan. Seviyo ama moru, hatta bir ara saçımın bir parçasını mora bile boyatmıştım, O istiyo diye...


Nette bakınırken hem bu güzel resimleri buldum hemde geç fark ettiğim bir mimi gördüm, sevgili Kaan'ın annesi Seda aşağıdaki soruların cevaplarını merak etmiş. Zaten baya bi geç kaldım daha fazla olmasın dimi :)

* Bloğuna neden bu ismi verdin?
Bu siteyi takip etmek için blogger sayfası oluşturdum aslında, 3-4 ay başkalarının yazılarını okuduktan sonra kendi blogumu açmaya karar verdim. İsmini sevgilimle beraber seçtik, büyüyen Deniz' imin ve annesinin maceraları.

* Blog yazarken star tribiyle davrandığın, istediğin olmazsa olmaz şeyler var mı?
Hayır yok, içimden yazmak geldikten sonra detaylar önemli değil.

* En son satın aldığın garip şey?
Anti-bakteriyel jel, sabun ve el temizleme mendili, nesi garip derseniz, 2 ay önceye göre garip.

* Şeker gibi olduğun anlar?
Çok alkolü kaldıramayan bu bünye bikaç kadehten sonra pamuk şekeri gibi olur.

* Arkadaşım artık sormayın şunları dediğin şeyler?
Bikaç ay öncesine kadar "Kaç kilon kaldı?", "Neden dikkat ediyorsun ki?" sorularını çok duyuyordum ama artık gerek kalmadı :)

* Aynaya bakınca gördüğün?
Bu konuda mütevazi olmak yerine açık yürekli olmaya karar verdim. Aynaya baktığımda genç, güzel, çalışkan, mutlu bir kadın, bir eş, bir anne görüyorum.

* Kendini okutan bir blog dediğin?
Seçmek zor, bu var, bu var bide bu var...

* Bu blog sahibiyle karşılaşabileceğin yerler?
Kesinlikle Göztepe Özgürlük parkı, Bağdat caddesi ve Bahariye...

Şimdi bu mimi paslamam gerekiyor, hadi bakalım: Juve' cim, Çilli' cim ve Tuğçe' cim karalayalım bişeyler...

Haftasonuna 1 gün kaldı. Bugünü saymak istemiyorum, başlayan bitiyo dimi? Kuşlara bayıldım bu arada...



Görseller: burdan

11 Kasım 2009 Çarşamba

Bu aralar bu ikisinin çok etkisinde kaldım...

Richard Bach' ın son kitabı Hipnozcu...

Nedensiz bir şekilde Richard Bach' ın Martı' sını okumadım, karşılaşmadık bir türlü. Bu kitabı okuduktan sonra ciddi bişeyler kaçırdığıma emin oldum, gerçi emin olmak için okumama gerek yoktu ama neyse...

Kitap, pilot Jamie Forbes' un yaşattığı hipnoz olayı ile başlayarak, kendi hipnozunu hatırlaması ve üzerine düşünmeye başlaması ile hız kazanıyor. Benim gibi hızlı okumayı sevenler için frenleyici özellikte önermeler ve fikirler sunan bir kitap. Düşünceler derinlik kazanmaya başladıktan sonra alt benlik, üst benlik ve iç sesi bir ara baya baya karışmaya başlamıştım. Ara ara kapatıp, düşünüp, tekrar tekrar okudum. Kendi hipnozlarımı düşündüm, anı yaşarken düşünmediğim için dışardan bakıp o anları tekrar yaşamak, neyi nasıl bilinçsizce yaptığımı görmek garip geldi.

Kitapta işaretlediğim birkaç önerme:

Düşüncelerimizde tuttuğumuz herşey deneyimlerimizde gerçeğe dönüşür. (Çekim Yasası)
Hipnoz görselleşmedir; güçlendirici yüklenmesiyle desteklenmiş Çekim Yasası' dır.
Çekim yasası, her şeyiyle, hipnoz olgusunun temelindeki kavramla aynı şeydir.

Ve diğeri de müthiş bir arkadaşlık hikayesi olan Kite Runner...

Khaled Hosseini ' nin kitabından uyarlanarak Marc Forster tarafından yönetilen, Afganistan üzerine yazılmış, Afgan kültürünü yansıtan bir film.

Filmde, aynı evde büyüyen ünlü ve zengin iş adamının oğlu Emir ile hizmetkarın oğlu Hasan arasındaki arkadaşlık, ihanet ve sadakat çok güzel işlenmiş. Hikayeler yazmayı seven Emir, Rus işgali sırasında babası ile Amerikaya kaçar ve geçmiş hayatını geride bıraktığını düşünürken gelen bir telefonla eski hayatına bir yolculuk yapmak zorunda kalır. Emir' in işgal sonrası gördüğü Afganistan artık çok değişmiştir, zengin bir kültür bitmiş yerini savaş ve zorbalık almıştır.

Arkadaşlıklarından özellikle Hasan' ın Emir' e olan sevgisinden çok etkilendim. Bi de 2 nokta beni çok rahatsız etti, birincisi Amerika cennet, Afganistan cehennem gibi gösterilmesi, diğeri Emir' in babasının Ruslara karşı olan aşırı nefreti. Ama yine de bu film izlenir, hatta yürek dayanırsa kitabı bile okunur.

Aklımda kalan bi sahneden:
H: Senin için çamur bile yerim. E: Yapar mısın gerçekten? H: Neyi?
E: Benim için çamur yer misin? H: Böyle bir şeyi ister misin ki? E: Hayır, neden isteyeyim ki?

10 Kasım 2009 Salı

9 Kasım 2009 Pazartesi

Mimlenince kendimi sobelenmiş gibi hissediyorum...

Hızlı bir haftasonunun ardından pazar gecesi günün yorgunluğuyla kendimi koltuğa bırakıp laptopumu elime aldım. Uykudan kapanan gözlerimin, yorgunluktan ağrıyan kollarımın sesini duymadan biraz takılmak istedim öyle amaçsızca. Sağa sola bakındım, iş maillere takıldım -ama gerçekten çok kısa bir süre, haha önemsemedim- sonra birazda blog ahalisi ne yapmış derken bunu gördüm.
.
Sevgili Juve' den hoş bir mim pas edilmiş bu tarafa doğru. Ara ara rastlıyorum bu mimlere, okuyorum enteresan soruların sevimli cevaplarını. Daha önce olduğu gibi bu mime de cevap vermemin iki sebebi var; birincisi Juve kişisi - seviyorum seni;)- ikincisi koku insanıyım ya bu mim hoşuma gitti.
.
Gelelim hayatımda yeri olan kokulara:
.
* Tabiki annemin kokusu... dünyanın en güzel kokusu, parfümsüz, sigarasız, safi anne kokusu.
* Tabiki oğlumun kokusu... tarif etmek zor; cennetten çıkma, eşi benzeri olmayan, aşk kokan ensesinin ve saçlarının bağımlısıyım.
* Tabiki sevgilimin kokusu... onsuz dünya çok sıkıcı ve çekilmez olurdu.
* Euphoria by Ck... ben.
* Taze kahve kokusu... Mis gibi filtre kahvenin dayanılmaz kokusu.
* Sıcacık sobada kızartılmış odun fırını ekmeği ve tel saçta patlatılmış mısır kokusu... çocukluğumu ve ananemi hatırlatan 2 mükemmel koku.
* Nergis kokusu... her daim mutlu ediyor.
* Deniz kokusu... sinop, çocukluğum, tatil, özgürlük, huzur, mutluluk, ailem, özlem.
* Sabah kokusu... taze taze temiz havayı ciğerlerine çekersin uyandırır ya, vazgeçilmez.
* Nutella kokusu... paketi ilk açınca dayanılmaz bir çikolata kokusu yayılır ya odaya.
* Yağmur sonrası toprak kokusu... köy evimiz.
* Ütü kokusu... severim ütü yapmayı, huzur veriyor.
.
İyi geldi bu mim, nostalji oldu benim için. Şimdi başkalarını mimlemek gerekiyor hadi bakalım taze anne poh poh perisi, Kaan' ın annesi Seda ve sevgili Jojee 'ye gönderiyorum bu mimi...
.
Ben kaçar, hadi herkese iyi günler...

Görsel:burdan

5 Kasım 2009 Perşembe

Güzel bir perşembe sendromu yaşandı ve bitti...

bilen bilir son 5-6 gündür hastayım, grip kamyonunun altında kaldım.
kendimi tecrit edip, doktor ziyaretleri dışında evden de çıkmadım...
ama ne kadar hasta olmuş olsamda, kıvrılıp bir kenarda yatmış olsamda,
boğazımın ağrısından yutkunamamış, yemek yiyememiş, iştahım kalmamış olsada,
son 6 günün gecesinde gündüzünde yılların hasretini gideriyormuşcasına sadece ve sadece minik adam vardı...
sabah ılık çay eşliğinde kahvaltı ettik, yemek yedik, oyunlar oynadık,
hatta birkaç yeni oyun denedim bu siteden öğrendiğim, çok hoşuna gitti,
uykusuna yatırdım, uyanına ilk beni çağırdı, bol bol bez değiştirip popo yıkadım.
arada ilaçlardan sersemleyip uzandığımda, kapılarda bekledi uyanmamı...
iyi ki hasta olmuşum demeye bile başlamıştım artık.
tüm bu haşır&neşir muhabbetten sonra sabah evden çıkmak mümkün olmadı tabi,
kapıda bağırmalarını, tepinmelerini, ağlamalarını dinlerken içil ezildi...
boş durmadım bende, ağladım bolcana, kısa bir aile dramı yaşadık kısacası sabah sabah...
e tabi artık geçti, günde zaten bitti, ev yoluna düşme zamanı geldi...
ama nasıl geçti bir de bana sorun, yeni bir sendrom kattım aleme, perşembe sendromu...
hayırlı uğurlu olsun...

4 Kasım 2009 Çarşamba

2 dakka mola...


öğleden sonra bastıran kısa bir uyku arasında,
iş mailleri ile geçmiş olsun mailleri arasında,
sümüklü mendil ile burun spreyi arasında,
bu balonları buldum yada onlar beni buldu...
baktıkça gezdim, gördüm, yaşadım,
gittim gittim geldim, bol bol soğuk ama temiz hava aldım.
çook da iyi geldi, açıldım biraz...


Kaynak: burası

1 Kasım 2009 Pazar

Ben küçükken...

Ara ara aklıma geliyo küçüklüğümden bu yana değişen neler var diye...
Aslında düşündükçe de ne çok şey varmış diyorum.
Hepsini toparlamaya karar verdim mümkün olduğunca,
hem kendim için hemde minik adam için.
İşte bazıları:

* Ben küçükken yaz meyvesi ve sebzesi diye bir kavram vardı. Mesela kışın domates, salatalık, yazın da portakal, mandalina olmazdı.
* Organik diye bir ayrım yoktu çünkü tüm sebze ve meyveler organikti.
* Konserve sebze marketten alınamazdı çünkü sadece evde yapılırdı.
* Tek kanal vardı ben Tv ile tanıştığımda, Star'ın açıldığı günü bilirim:)
* Pazar sabahları çizgi film yerine Pazar Senfonisi programı yayınlanırdı TRT' de, çocukluk işte nefret ederdim.
* Madonna ve Michael Jackson' ı sadece Müzik Yelpazesinden izleyebilirdim çünkü müzik kanalı da yoktu.

* Ben küçükken sokakta oynayabileceğin bir muhitte, evde oturmak lüks değildi.
* Misketlerim, gazoz kapaklarım vardı.
* Çok güzel ip atlardım. Ayrıca birdirbir, köşe kapmaca, ekmek vermece, saklambaç, dokuztaş, dansa davet mahalledeki çocuklarla oynamayı sevdiğimiz oyunlardı.
* Gazete saat 11' den önce büfeye gelmezdi.
* Playstation yerine ateri salonları vardı. Jeton alıp ayakta makinaların önünde oynardık. (Benim girmem yasaktı:)
* Pacman en sevdiğim oyundu.

* Koleksiyonlarım vardı; peçete ve pul. Peçeteleri hastayken kulandım bitti ama pul merakım hala devam ediyo.
* Arabamızda ve tabiki evimizde klima yoktu.
* Evimizde kalorifer yerine sımsıcak sobamız vardı.
* Ben küçükken annem ve teyzemler vatkalı giyerdi. Gerçi tekrar moda ama ben o zamanda sevmiyordum şimdi de sevmiyorum.
* Hatun kişiler incik, boncuk, ahşap yerine altın severlerdi.
* Ben küçükken çalışkan öğrenci sayısı daha fazlaydı.
* Bir sefer 23 Nisan' da evimize Rusya'dan değişim öğrencisi gelmişti Ola adında . Bu hala devam ediyo mu bilmiyorum bak? Neyse...
* Okuldaki eteklerimizin boyu normaldi ve şimdiki gençler kadar artist okula giden sayılı öğrenci vardı.
* İlk bilgisayar başına oturduğumda 19 yaşında bir üniversite öğrencisiydim.
* Bilgisayar mühendisliğinde okuyan arkadaşım ctrl+c ve ctrl+v ' yi öğrettiğinde hem çok şaşırmış hem de çok sevinmiştim. (gençlik işte:)
* Bizim zamanımızda internete bağlanırken çevir sesi gelirdi. Bağlanınca cızırdar bağlanmazsa meşgul tonu verirdi. Wireless ne ola ki?:)

Bunlar benim ilk turda hatırladıklarım...
Unuttuğum eminim çok şey vardır,
Paylaşın lütfen :)