29 Eylül 2010 Çarşamba

doğum günleri peşi sıra gelir...

budapeşte yorgunu olan beden, valizi boşalttıktan sonra bir duş alır ve yatağa girer, tüm bu süreç zarfında beyin artık muhakeme yeteneğini kaybetmiş ve sadece önceden verilmiş kararları uygulamaktadır. sabah minik adamın konusu ile uyanınca herşeyin farklı olacağını biliyordur çünkü...
minik adamın ve sevgilimin özlemi dışında erken dönmüş olmamın bir faydası da tatlım Eylül ve tosunum Efe' nin doğum günü partilerini kaçırmamış olmamdı. harika bir marina ve deniz manzara eşliğinde pamuk prensesli bol oyuncaklı ve tıkınmalı bir doğum günü partisi oldu. ev sahibesi kelebekli Eylül prenses gibiydi...
minik adam Efe' nin doğum günü pastası süslerini çok beğendi, elinden bırakmadı hatta onlar için kavga bile etti. eve götürmek zorunda kaldığımız süsleri ertesi hafta annesine teslim ettik ki hatırası kaybolmasın diye.
diğer ev sahibi, doğum günü tosunu her zamanki gibi çok tatlıydı, etrafa gülücükler attı. geldiğimizde -evet biraz geç kaldık, ben uyanamadım doğal olarak ve hediye faslı derken...- çoktan boyaları yapılmış, takılıyorlardı.
seviyorum ben bu güzelliği, saçlarına taktıkları tokaları, elbiselerini, ayakkabılarını gördükçe kıskanıyorum valla. hem kızım olsun diye hem de süslüler diye:)
ömer... fenomen ömer... yakışıklı, sevimli, huysuz, muzip gülüşlü ömer, senin büyüyünce nasıl olacağını çok merak ediyorum gerçekten...
minik adamın deyimiyle "çokudaga" yiyen bu yaramaz velet sakindi valla o gün. her gördüğümde boyundan büyük işlere kalkışan Derin kalabalıktan mıdır nedir pek bir mülaimdi....
***kıslar sizi seviyorum, iyi ki tanışmışız, doğurmuşuz ve sonrasında kopmamışız... öpüldünüz...***

26 Eylül 2010 Pazar

nasıl bir cumartesiydi o öyle...

hatırlıyorum da eskiden ne kadar çok sirk gösterileri yayınlanırdı televizyonda tabi ki özellikle trt1' de, cumartesi günleriydi diye hatırlıyorum saat onbir sularında. sirk sevgisi çocukluktan kalma bişey benim için, babam, Eso ve ben kaçırmadan mutlaka izler ve tezahürat yapardık, daha çok akrobasi kısmını sevmeme rağmen yine de tüm gösteriyi baştan sona izlerdim nefes almadan.
enteresan bir yaşam tarzı, şehir şehir gezerek insanları eğlendirmeye çalışmak, hayatının büyük bir kısmını evden uzakta ve sürekli yollarda geçirmek, karavanı evin bilmek. benim gibi kök salmaktan, oturduğu yerde oturmaktan, düzenli yaşamaktan keyif alan biri için çok uzak bir yaşam tarzı. denenebilir belki ama kısa çok kısa bir süre için.
seyretmesi keyifli, eğlenceli ama hayvaların sahne aldığı kısımlar pek değil. hem ufak ufak korkuyorum hemde üzüyor beni o kısımlar. izlerken bir ara sevgilime 'inşallah bu hareketleri yaptırmak için çok canları yakmamışlardır' dedim yalan olduğunu bile bile. insanlar hadi seçme şansı var ama yine de böyle bir hayat tarzını seçmişler ama ya hayvanlar, etrafta onlarca kişi var, flaşlar parlıyor ve sen bir kafesin içinde ordan oraya atlıyorsun. ne bilim öyle kendi kendime üzüldüm oralarda...
ilginç olan bir nokta var ki toplam on kişilik bir gösteri kadrosuyla bütün numaraları yaptılar valla. mesela üstteki resimde gördüğünüz bu amca hem kaplan  hem de at terbiyecisi, ne alaka dimi? ya da akrobasi gösterisi yapan çift, üç- dört faklı numara için sahne aldılar. ama benim bu gösteride en keyif aldığım showlar kesinlikle palyaço Bubu' ya aitti...
.
Sabahı daha önce bahsettiğim müzik okulunda -minik adamın bir öğretmeni var artık- öğleden sonrayı sirkte akşamı ise çoluklu çoçuklu ev toplantısı ile geçirdik. Seviyorum böyle yorucu ama yoğun günleri... neyse dışarıda harika bir bahar havası bizi bekler, biz parka gidiyoruz, bekleriz. iyi pazarlar  herkese...
.
P.S. Sirk, sanıyorum bir süre daha devam edecek, bir göz atın derim;)

21 Eylül 2010 Salı

buda - tuna - peşte.

hergün bu kalenin surlarına baktım ve hergün merdivenlerden balo elbisesi giyen bir prenses inse ne güzel olur diye düşündüm. düşündüm çünkü inse hiç şaşırmazdım, manzaranın eksik parçası tamamlanmış olurdu kendimce. peri masalında çıkmış gibi bir yer burası eski çok eski zamanlardan kalma, yıkılmış ama tekrar yapılmış ama hala çok güzel. gerçi Budapeşte' nin tamamı öyle, tepe de Buda ve düzlükte Peşte arada da heybetli Tuna...
kalenin surları ile çevrilmiş çok kalabalık bir meydan burası, herkesin mutlaka ziyaret ettiği bir yer. evden uzak olmanın verdiği sıkıntı ile ilk gece doğru dürüst hiç uyku uyumadan sabahın erken saatinde kendimi dışarı attım, tertemiz bir hava vardı dışarda...
koskoca kale benimmişcesine tek başıma takıldım, başlamak üzere olan uzun haftayı düşünmeden, aklımda sadece evde habersiz uyuyan sevgililerim vardı...
bölge çok güzel korunmuş, kalenin etrafındaki binalarda gayet iyi durumda bazılarında tadilatlar devam ediyor. hatta bazı eski binalarda yaşanlar var ama çoğu süper lezzetli yemekler yapan geleneksel lokantalar ve cafelere dönüştürülmüş. onların dışında içerde ufak bir park, market, postane, hediyelik eşya dükkanlar var. ama en çok hoşuma giden bölgenin müthiş Peşte ve Tuna manzarası...
toplantılardan gündüz gezmeye hiç vakit olmadı ancak akşam gün batımına doğru kendimizi dışarı atabildik o da her akşam değil. soğuk bir şehir denebilir ama sevgilim yanıma olsaydı eminim çok beğenirdi burayı. serin ve her an yağmur yağabilecek havasıyla, mimarisiyle ve tarihiyle burası onun çok keyif alarak gezebileceği bir yer aslında...
tuna da tekne turu hem ucuz, hem keyifli hemde fotoğraf çekmek için süper bir fırsat dolu. biraz donduk ama manzara görülmeye değerdi, denizin üzerindeki yansıma bana Vangogh resimlerini hatırlattı...
bu şarabı kesinlikle ve siddetle tavsiye ediyorum; 2007 Raspi Magus Cuvee, yerli macar şarabı ve inanılmaz lezzetli. meraklısına, gitmeyi düşünenine duyurulur.
bu çorba da ünlü Goloush çorbası ama bence bildiğin etli, havuçlu, patatesli kış çorbası ya da sulu taskebap. benim tavsiyem bu çorba yerine ördek eti denemeniz bence süperdi...
5 gün boyunca inanılmaz yoruldum ama en önemlisi sevgilimi ve minik kuşumu çok özledim. ilk defa evden bu kadar uzak kalmak zor geldi, minik adamın terli atleti ve sevgilimin sesi ile idare etmek zorunda kaldım. şimdiden söyleyeyim bir dahaki sefere nilo ya gitmez ya da uçak bileti üç kişilik alınır valla o kadar...

10 Eylül 2010 Cuma

yarım saat öncesine kadar...

anne iki hafta sürecek bir iş gezine çıkacaktır, sevgilisinden ve oğlundan uzak nasıl dayanacağını kara kara düşünmektedir. son bikaç gününü sadece onlarla ve ailesi ile geçirmektedir. harika bir bayram günü sonrası minik kuşunu alır ve yatağa yatar:

minik kuş: anne...
anne: efendim?
minik kuş: ama? (çev. araba)
anne: yarın sabah uyanınca oynarız annecim.
......
minik kuş: anne, patta (çev. pasta)
anne: evet annecim, pasta yedik, ne zaman?
minik kuş: deni mumu iki püüüüüffffff. (çev. deniz mumu (iki şeklinde) üfledi)
anne: evet kuşum, mumu üfledin.
minik kuş: anne, yandi tekka. (çev. yandı tekrar)
anne: tekrar kim yaktı?
minik kuş: anane.
anne: ananen tekrar yaktı mı mumu?
minik kuş: hıhıhı. anne, iiiki doğduu deni. (çev. iyi ki doğdun deniz)
anne: şarkı mı söyledik, kim söyledi?
minik kuş: anne, baba, anane, abla, ebe, eelül, agu. (çev. efe, eylül, ayşegül)
anne: başka?
minik kuş: karde, hekke, heppi. (çev. kardeş, herkes, hepsi)
anne: herkes söyledi dimi? 
minik kuş: hıhıhı. anne, kebek uçttuuu. (çev. kelebek uçtu) 
anne: evet aşkım, kelebekler uçuyordu. (kelebek fırlatan oyuncak filden bahsediyor)
minik kuş: mami, yelli, gımı, noni, gyi. (çev. mavi, yeşil, kırmızı, sarı, gri) 
anne: renkli kelebekler uçtu hayatım, haklısın. 
minik kuş: anne, iiiiki doğdu deni, şak şak şak.. (alkışlayarak)
anne: evet birtanem, iyi ki doğdun diye şarkı söyledik.
...... 
minik kuş: anne, ama? (çev. araba) 
anne: uyanınca aşkım, uyku vakti hadi... 
minik kuş: adi... (çev. hadi) 
anne: hadi kapat gözlerini...
.....
not: aslında muhabbet burda bitmemiştir ama yazar en sevdiği kısımlarından biri olan doğum günü kısmını oğlunun güzel bir gün geçirmesine yardımcı olan ve katılan herkese tekrar teşekkür etmek ve hiç unutmamak için paylaşmıştır...

8 Eylül 2010 Çarşamba

başlık koyarsınız dimi, ben bulamadım da?

sürprizleri sevmeyen ama anlık planları çok seven biriyim ben, tezat ama öyle...olayların getirisine göre hareket etmek daha çok hoşuma gidiyor, sevgiliminde öyle, aslında minik adamdan sonra biraz frenledim bu huyumu ama yine de mümkün oldukça rüzgarın estiği yöne doğru takılıyoruz. minik adamı ilk defa trene bindirelim diye başladığımız yarım saatlik yolculuk Eminönü Hayyam çarşına kadar uzadı...
enteresan bir İstanbul sakiniyim ben, uzun yıllardır burda yaşamama rağmen bugün üçüncü kez trene bindim. hatta daha önce hiç trenle uzun yolculuk yapmadığım için nasıl olacağını merak da ettim. sonrada yurtdışında olsak heryere trenle giderdik ama kendi memleketimizde ne kadar az kullanıyoruz aslında temizmiş diye düşünüp kendimden utandım...
ama vapur öyle değil, temiz ya da pis oluşu fark etmiyor benim için. vapura binmek tamamen özgür olmakla aynı. sanıyorum minik adam içinde aynısı geçerli su olsun, deniz olsun, balık olsun yetiyor...

5 Eylül 2010 Pazar

2 - 12 - 22 - 32 - 42 - 52?...

koskoca iki yaş, dolu dolu... inanılmaz bir mutluluk ama bir yandan içten içe ufak ufak başlayan korkular, karışan duygular...  2 yaşında terrible two başlar -yada başlamaz?-, 12 yaşında ilkokul biter artık büyüdü demeye başlarsın ama aslında 22 yaşında gerçekten adam olmaya başlar üniversiteyi bitirmiştir çünkü artık, 32 yaşında aklı başına gelmiştir artık dersin-belki evlenir belki evlenmez, belki çoktan babane olurum o zamana bilinmez-, 42 yaşında hayatı oturmuş olur -eğer yoksa torun diye başının etini yemeye başlarım-, 52 yaşını ise bilmiyorum belki göremeyebilirim...

hüzünlendim nedense bir anda, dedim ya kafam karışık diye...
neyse, minik adamın doğum günü benim için bambaşka, hayatım tekrar başladı sanki, çook sevdiğim biri o kadar güzel anlatmış ki:

""Anne","Baba" oluşunuzun, içinizde bir yerlerde olan ama bu zamana kadar keşfetmediğiniz yönleri keşfedişinizin, ben yerine daha çok "biz" demenizin, kendi ihtiyaçlarınızdan önce daha çok ve hatta en önce "o"nun ihtiyaçlarını giderişinizin, hiç olmayan korkularınızla beraber hiç sevmediğiniz kadar sevginin ortaya çıkışının, minik bir elin hayatınıza büyü katışının, okuduğunuz, yazdığınız, gezdiğiniz, dolaştığınız her şeyin yön değiştirişinin, önyargılarınızın kırılışının, asla yapmam dediğiniz şeyleri "o" nun için deneyşinizin, hayatı bir defa daha öğrenmeye ve öğretmeye başlayışınızın ve daha sayamayacağım ancak "siz" gibi olunca öğrenebileceğim bir çok şeyin 2. yılı kutlu olsun. Sizi çok seviyorum..."


partimize katılan herkese çoook teşekkürler, ama özellikle annem ve babam sizi seviyorum...

3 Eylül 2010 Cuma

08:23

dünyamın merkezi, hayatımın anlamı, başımın tacı, gönlümün sultanı hayatıma hoşgeldin, sefalar getirdin. iki yıldır bana yaşattığın herşey için şüküler olsun. sevgilim, teşekkür ederim bizi hiçbirşeye değişmem biliyorsun değil mi? sizi seviyorum...