31 Aralık 2010 Cuma

29 Aralık 2010 Çarşamba

bir oyun grubu anatomisi...

Toplandık, toparlandık her zamanki gibi rötar yaptık ama eksiksiz yola çıktık ve minik bir konvoy yaparak kuzum Ömer ve tatlım Zeynep'lere ulaştık. Bizi çok sevinerek karşılayan Zeynep, diğerlerine göre biraz büyük olduğu için sonlara doğru onlarla beraber olmaktan çok sıkılıyor ancak Ömer ise tam tersi en küçük olduğu için kimseye pas vermeden ama hiçbişeyden de geri kalmadan takılmayı tercih ediyor.
bazen gittikçe iyi anlaştıklarını düşünüyorum bazen de ufacık bişeyden ortalık birbirine giriyor ve keyfim kaçıyor. yanyana aynı oyuncakla beraber oynarken bir anda ortam karışabiliyor, hele birde söz konusu olan oyuncak araba ise. minik adam içeri girdiği andan itibaren evdeki arabaları gözüne kestiriyor ve gidene kadar kimseye vermek istemiyor. sorun mu sorun :)
eski fotolarına baktıkça büyüdüklerini daha kolay kabul ediyorum, ilk buluşmada bırak hareket etmeyi oldukları yerde kalan veletleri bu buluşmada sepetlerin içinden, dolapların üstünden topladık. örneğin bu iki küçük hanım ne kadar masum görünüyorlar dimi, amaaa fotoğraf yanıltıcı olabilir, bir gün buyrun ve marifetlerini görün derim ben:))
Efe'me: Efeee kuşum, tatlım, kızma sen bana emi, Nilo'nun jetonu geç düşüyor bazen biraz. çok seviyorum ben seni, öpüyorum tatlı yanaklarından...
P.S. sizi ve veletlerinizi seviyorum bayanlar, xoxo...

19 Aralık 2010 Pazar

bu müze herkese tavsiye edilir.

kurban bayramından kalma bir post bu aslında, tembelim diyorum dinletemiyorum. neyse son zamanların en dahiyane fikri olduğunu düşündüğüm indirimli alışveriş sitelerinden birinde Koç Müzesi için giriş biletlerinin yarı fiyatına düştüğünün haberi geldiğinde en kötü beğenmeyiz diye düşünmüştüm. oyun grubu ile haberleşip cümbür cemaat aldık biletlerimizi. harika bir İstanbul sabahında kahvaltımızı müzenin içinde inzivaya çekilmiş Fenerbahçe vapurunda yapmak için yola çıktık. müzenin bahçesine girdiğimiz andan itibaren içerdeki hava bizi sardı, keyiflenmemek mümkün değildi....
bilmeyenlere minik adam bir araba hastası, renk renk saydı hepsini, bir ileri bir geri koştu aralarında. modellerini anlattırdı ama en çok hoşuna gidenler camekanların içindeki küçük model arabalardı. bakmak için geldiğimizi satın alamayacağımızı baya uzun uğraşlarımız sonunda anladı.
müzenin asma katında at arabaları, bebek pusetleri, bisikletler ve motorsikletler yerleştirilmiş. hepsi birbirinden güzel ve özenle korunmuş, bi ikna turu da bu katta yaşadık alamayacağımıza dair...
teknoloji kısmını da düşünmüşler, düğmesine basınca çalışan ve içi görünen makinalar, kolay kaldıraçlar, şeffaf otomobiller, bilgisayarlar hatta ipdlar bile koymuşlar. bütün çocuklar pervane oldular resmen..

trenlerin arasına daldık bir ara, kadıköy-moda tramwayına binip eski günlerimizi yad ettik sevgilimle. koca koca trenlerin dışında müzede 3 uçak, irili ufaklı bir sürü tekne, maketler, itfaye arabaları, kamyonlar, yaklaşık 15dk gezinti yapılabilen yolcu treni, çeşit çeşit motorlar vardı.
ama en uzun vakit geçirdiğimiz yer tabiki atlı karıncaydı, günün sakin bir saatine denk geldik herhalde en az 5 kere yer değiştirip binmişlerdir atlara, arabalara. müzenin bu kısmını sadece onlar değil koskoca veliler de sevdi, hatta bir ara görevliden gelen kırılabilir ihtarı üzerine tahtravalliden inmek zorunda kalanlar, salıncakta biribirini sallayanlar bile oldu:)
.
düşündüğümden çok çok daha güzel bir müzeydi gerçekten. büyük küçük herkese tavsiye ederim, hele fotoğraf çekmeyi seviyorsanız ayrıca tavsiye ederim. güneşli günlerin anısına olsun, iyi haftasonları millet...

17 Aralık 2010 Cuma

vuslat.

"Vakt-i şerîf hayr ola, hayırlar feth ola, şerler def' ola.
Dervîş kardaşımızın niyâzı kabûl ola.
âşiyâne-i Mevleviyyede râhatı müzdâd ola.
Demler safâlar ziyâde ola.
Dem-i Hazret-i Mevlânâ Hû diyelim Hû."

15 Aralık 2010 Çarşamba

muhabbetler vol.2

bütün gün yoğun bir tempoda çalışan anne, evine gelmiş minik oğlu ile eğlenceli bir gece geçirmiştir. yorgunluktan gözünden uyku akmaktadır ama minik kuşu hiç de aynı durumda değildir, uyku öncesi muhabbetlerine başlarlar vee konu konuyu açar...

minik adam: kadıkööy çook kalabalııkk.
anne: evet aşkım.
minik adam: heyyey insan doluu.
anne: hıhı.
minik adam: tıyafik vay yollayda.
anne: çok araba var annem o yüzden.
minik adam: çook ayaba vay, otobüsley vay, kocaman otobüsley.
anne: evet hayatım.
minik adam: ışık yandı, yeşil yanınca geçiyolay.
anne: kırmızı da?
minik adam: kıymızıda duyuyolay.
anne: aferin sana.
minik adam: taksi, beyaz ayaba, otobüs... yukayda kıymızı metyobüs vay.
anne: yukarda mı?
minik adam: yavaş gidiyoy, yaylayın üstünden.
anne: tren annem o.
minik adam: yanlış söyledim ben, tyen o.
anne: olsun annem sorun değil. (uyusak ya artık...)
...uyku kaçamakları...
minik adam: müzik okulunda ne yaptın?
anne: sabah konuşsak annecim?
minik adam: ömeten geldi, arkadaşların geldi.
anne: evet annem, sabah diyorum ben? (başladık mı ne?)
minik adam: davul çalmadı Deniz.
anne: evet hatırlıyorum aşkım.
minik adam: davulu yerine koydun, defi istedin.
anne: eveet, başka?
minik adam: yumurta çaldın, dizleyine vurdun.
anne: hııııhı. (dalıyor muyum ne?)
minik adam: aşağı yukayı salladın, ömetmen gösteydi sana.
anne: evet aşkım, afferin sana.
...uyku kaçamakları...
minik adam: aklıma biy fikiy geldi.
anne: evet aşkım. (hayır aşkım)
minik adam: dişleyimizi fırçalayalım.
anne: fırçaladık ya annem.
minik adam: hı, laboloda.
anne: eveeet.
minik adam: elleyimizi yıkıyoyuz, üzümüzü yıkıyoyuz.
anne: evet annem, hadi uyuyalım artık.
minik adam: anne?
anne: hıı hıı...
minik adam: seni çok seviyoyum ben, mmııııhhhhh.(öper)
anne: bende seni çok seviyorum kuşum... (inanamıyorum gerçekten uyuyorum galiba...)

13 Aralık 2010 Pazartesi

emzik bırakma günlüğü.II.

emziği bıraktırmaya çalıştığımızdan daha önce bahsetmiştim, ilk bikaç hafta hem onun için hem de bizim için çok zor oldu. her saat başı kurulmuş saat gibi sordu, olmadığını söylediğimizde ağladı, zaman zaman dayanamayacağımızı düşündük ama atlattık. dışarı çıkarken, markete giderken ya da arkadaşları ile buluşurken hafif bir korku oluyodu içimizde ya birinin emziğini kaparsa ya da kendininkini tutturursa diye, hem biz dikkatli davrandık hemde arkadaşlarımız çok destek oldular, minik adamın olduğu yerlerde mümkün oldukça kendi veletlerine emzik vermediler.
.
iki haftanın sonunda artık emziğini sormaz veya gördüğü zaman ilgilenmez oldu. bıraktırmayı düşünenlere en önemli iki tavsiyem: zamanını kollayın ve öyle bir zamanda bıraktırın ki bir daha geri dönüşü olmasın ve tabi ki tutarlı olun. söylemesi kolay uygulaması çok zor biliyorum ama bizim en önemli kazancımız bu oldu. başlangıç olarak evdeki, çantalardaki tüm emzikleri toplayıp sakladım ve ne sevgilime ne de bakıcımıza, kimseye nerde olduklarını söylemedim -hatta şu an kendim  bile hatırlamıyorum nerde olduklarını- böylelikle zor durumda kalmayacaklardı. minik adam sorduğunda herkes aynı cevapları verdi ki daha kolay inansın ve daha çabuk unutsun. bazı çocuklar için emziğin anlamı çok büyük, minik adam içinde öyleydi o yüzden her istediğinde uzun süre ağlatmaktansa en sevdiği oyunlarla -bizim için suyla oynamak ve saklambaç oynamak- ilgisini başka noktalara çektik.
.
sonuç mükemmel, artık emzik istemiyor! hatta emziği bıraktırma sebebimiz olan dişlerinin bozulması bile düzeldi sanki ya da bana öyle geliyor:) emziği hayatımızdan çıkardık çıkarmasına ama hayatımıza yeni giren bazı alışkanlıklar oldu: bol bol uyku vakti sohbeti ve işaret parmaklarını ağzına sokma. sohbetlerimizi ara ara yazıyorum, ancak uykuya geçme süresi bazı günler -anlatmak istediklerine bağlı olarak- bir saati bulabiliyor yine de sevgilim de bende çok keyif alıyoruz sonuçta sakin bir ortamda onunla sohbet etmek gibisi yok. fakat şu parmak olayını ne yapacağız bilmiyorum, parmağını kesinlikle emmeye çalışmıyor, sadece tırnağını dişine takıyor. nazikçe çıkarmasını istiyoruz, bakalım zamanla göreceğiz ne olacağını...
.
ayrıca uyku arkadaşlarına da biraz düşkünleşti, bobo ve battiye. batti, minik adam daha doğmadan ananesinin çok beğenenerek aldığı polar bir battaniye ve bobo ise yumuşak köpeği. battiye gözümüz gibi bakıyoruz, bir daha bulamayız ancak bobo ikeadan. her ikisini de bilinçli olarak sevdirmeye çalıştığımız söylenemez, zamanla gelişti aslında. ilk başlarda battiyi kullanışlı diye sürekli yanımıza alıyorduk, sonrasında O da battiyi yanında istemeye başladı. karşı çıkmadık, yazın 45 derece sıcağında kucağında polar battaniye ile uyudu, doktorda, arabada, evin dışında olduğumuz hemen hemen heryerde batti de bizimle. bazen boboyu da yanına almak istiyor ama bobo çantada taşınmayı sevmediği için genelde evde kalmayı tercih ediyor:)
.
bobo ve battiyi bıraktırma gibi bir düşüncemiz yok, ne zaman isterse bırakabilir. ama emzik olayı süper oldu, düşünen ailelere kolay gelsin ve darısı başınıza diyorum...

11 Aralık 2010 Cumartesi

heyyeyde pamuklay uçuyoy...

çok mu kar yağmasını istedim acaba, hemen de cevap geldi, hem de en soğuğundan. çok güzel bir hava var dışarda, evde kalıp dinlenmek sıcak bi şeyler içmek için mükemmel bir hava. söylemeden edemeyeceğim daha az soğuk olmasını tercih ederim tabi ama yine de yaşasın evde olmak!
.
koyun koyuna uyandık minik kuşumla güne. akşam kendi odasında, kendi yatağında uyuttuğumuz çocuk her sabah bizim yatakta uyanıyor. eski yatağının bariyerlerini kaldırmamıştık, ufak olduğu için düşebilir diye ama şimdi yeni bariyersiz yatağında top koşturuyor. biraz büyük almışız daha ortasına bile yetişemiyor sayılır, aile boyu o yüzden yaşasın özgürlük!
.
minik adamla başbaşayız bütün gün, sevgilim haftasonu çalışmaya başladı malesef. ama yine de güzel bir cumartesi bugün, aklımda bir sürü atraksiyon var kuşumla beraber yapmak için. gingerbread kurabiyelerinden yapıp, mikinin oyun evini izlerken yiyebiliriz, parmak boyası yapıp birbirimizin suratını boyayabiliriz ama en heyecanlısı yeni yıl ağacımızı kurabiliriz! evet evet, kesinlikle yaşasın yeniyıl!
.
minik adam uyuyor şimdi, dinleniyorum bende, kendime güzel sıcak bir nescafe yaptım, süt koydum içine bugün nedense. biraz başım ağrıyor dokuza kadar uyudum ya alışık değil bünye. ev çok sessiz, dışarısı çok sessiz, yaşasın sessizlik!
.
bugün çıt çıkmayan evde geçen hafta tam kadro oyun grubu için toplandı. çocukların bağrışmalarından kendi söylediğimizi kendimizin duymadığı, oyuncakların koltukların altından toplandığı, kesinlikle daha az kavgalı, bol kahkahalı, hoş sohbetli, yemeli içmeli, eğleceli bir oyun grubu toplantısı yaptık. minik adam misafilerimizden erkek olanlarına karşı biraz hırçın davranırken gelen tüm bayanlara annelerde dahil öpücükler dağıttı. seviyoruz biz hepsini, herşeye rağmen yaşasın oyun grubu!
.
minik kuşum uyanır birazdan, sevgilim eve gelir. çakılıp kaldığım şu koltuktan kaltıp sıcacık mis gibi bir kış çorbası yapayım yahu. söylemiş miydim, yaşasın evde olmak!

26 Kasım 2010 Cuma

muhabbetler vol.1

sabahın erken saatleridir hatta anneye göre o kadar erkendir ki kargalar bile henüz kalkmamıştır. minik adam her zaman ki gibi saati umursamadan kalkmış ve bir yandan annesini poposuyla yataktan iterken bir yandan "şalona şalona" diye bağırmaktadır. çaresiz acıkta olsa belki koltukta uyuklarım ümidiyle yataktan kalkan anne, minik kuşunun bezini değiştirir, çoraplarını giydirir ve beraber salona giderler. uyumaya devam etmek istemektedir ama minik adam muhabbet etme havasındadır...
...uyku kaçamakları...
minik adam:  ayabalaay çok hızlı gidiyolaay..
anne: eveeet kuşum.
minik adam: önleyine hiiç bakmıyoylay...
anne: bazıları bakıyo ama annecim.
minik adam: annem, siyah ayabanın tekeyleyi bozulmuuuş.
anne: nasıl, tamir edelim hemen?
minik adam: toynavida ile çeviyelim onu.
anne: tamam annecim, başka nesi bozulmuş?
minik adam: önü bozulmuş, ateşe çaypmıış..
anne: aaa ateşe mi çarpmış?
minik adam: hıı, patladı ateş, ayabadan indiler sonya..
anne: kim onlar annem? (aksiyon filmi mi başladı?)
minik adam: abla, abi onlaaayy...
anne: ?!?!?!
...uyku kaçamakları...
minik adam: beyaz ayaba takla atttıııı...
anne: kaza mı oldu? (film bitmedi mi hala?)
minik adam: kaza oldu galibaaaa.
anne: yaralı var mı? ambulans çağıralım?
minik adam: ambulans geldiiiiii, üiüiüi dediiiii...
anne: ?!?!?
...uyku kaçamakları...
minik adam: annesi, köppü yapalııım.
anne: olur aşkım.
minik adam: beyabey köppüden geçsinleeerr.
anne: tamam geçsinler.
minik adam: önce sayı sonya kıymızı geçsin. ambulansta geçsssiiin.
anne: sırayla geçsinler.
minik adam: aaa az daha çapıcaklardı!
anne: neden ki?
minik adam: küüüt küüütttt, anne hiç önleyine bakmıyolaaaarrr...
anne: ?!?!?! (yine başlıyoruz???)
foto by Luna

21 Kasım 2010 Pazar

.emzik bırakma günlüğü.

benim oğluma...
.
aşkım, bayramın ikinci gününden beri emzik vermiyoruz sana. her sorduğunda "emzik tekirdağ' da kalmış" diyoruz, "emzik verim mi sana?" diye soruyorsun, "didip alalım" diyorsun, hatta bir sefer "aağlaaay didip alalım" dedin. ilk birkaç gün her saat başı emziğini sordun, eve gelince, uykudan uyanınca, arabaya binince, banyodan çıkınca, yatağa yatınca, sabah uyanınca, her olay öncesi ve sonrası sordun. şimdilerde ise sanki biraz daha azaldı gibi ama belli olmuyor her an aklına gelebiliyor. emziğinin yokluğunda batti' ye iyice düşkünleştin, bari onu kurtarayım der gibi göremediğinde ya da azıcık geç aldığında ağlıyorsun.
.
aslında baban da bende emzik karşıtı değildik hatta emziğini bizde çok seviyorduk, bizi rahatsız etmiyordu. ama dişlerinin şekli bozulmaya başladı annecim, doktorun çok daha önce söylemişti bıraktırmamızı ama biz kıyamıyorduk çünkü emziğini çok sevdiğinin farkındaydık. tatilde durumun artık çok ilerlediğini kabul ettik ve anlık aldığımız bir kararla emziğini vermemeye karar verdik. evdeki, çantalardaki bütün emzikleri dolabının üstündeki sepetin içine kaldırdık annecim, orda olduğunu biliyormuşcasına durup durup "bakalım oyaya" diyorsun. bazen o kadar ağlamaklı o kadar içten istiyorsun ki emziğini vermemek için gerçekten kendimi zor tutuyorum. suçluluk duygusuyla karışık üzüntü duyuyorum, tek dileğim bu durumun çok uzun sürmemesi...
.
annesinin kuzusu, son döneme ait emzikli fotoğrafını aradım ama bulamadım. ararken fark ettim ki annen hep emziksiz çekmiş senin fotoğraflarını. bir daha emzikli fotoğrafını istesemde çekemeyeceğim aklıma gelince üzüldüm biraz. yazdan kalma beraber bu fotoğrafımızı buldum, beğendim, özür dilerim ama mecburum aşkım emziğini veremem çünkü seni çok çok çok seviyorum...

20 Kasım 2010 Cumartesi

yaz mı geldi yoksa ben mi yanılıyorum?

dün dolapları düzeltirken kutunun içinde duran çam ağacı süslerini ve poşette bir kenara kaldırdığım çam ağacını görünce nasılda mutlu olmuştum, hatta yeni yıla girerken kar yağar mı diye de heyecanlanmıştım. hava bu kadar sıcakken nasıl kar yağsın diye yakınan bir tarafım bir anda hava değişir fırtına çıkar diyen diğer tarafımla çelişiyor. aslında ne istediğimi çok iyi biliyorum ama nasıl olacağını bilmiyorum...
.deli gibi kar yağsın istiyorum ama üşümek istemiyorum.
.güneşli havada minik adamla kardan adam yapmak istiyorum.
.yağmur yağsın fırtınalar kopsun ama gezerken üstüm, ayaklarım ıslanmasın istiyorum.
.her taraf bembeyaz olsun ve iş, okul, hayat tatil olsun istiyorum.
.aralıkta da güneşlenmek istiyorum.
annesinin ne istediğinden bi haber "anne, hava çook güseeel" diye uyanan minik adamla beraber sabahın köründe kendimizi deniz kenarına attık ve kasım ayında güneşlendik...

18 Kasım 2010 Perşembe

the guru

bayram başlamadan keşke acık daha uzun olsaydı diye düşünen bünye şimdi "ne kadar yemek yediğinin farkında mısın, bitsin artık ve yemekten vazgeç!" diye inliyor. aldığım kilocuklar (ne kadar bilmiyorum, sormayın:) bayram bitince üstüme yapışıp kalmaslar bari, yoksa hali hazırda dolap bekleyen popoma girmeyen kıyafetlerimin sayısı daha da artacak. rejim yapmam lazım ama ortada önemli bir sorun var, karşınızda otuz yaşına gelmiş ama hayatı boyunca hiç rejim yapmamış biri var!  
geçen haftalarda başladım mesela, nutella rejimine ama saçma di mi:) bakınız üstteki resimde de görüldüğü üzere çikolata değil inanılmaz lezzetli kabak tatlı götürüyorum. portakal ağacı' nı duydunuz mu hiç, duymadıysanız mutlaka bakın derim, harika tariflerini ve müthiş sofralarını keyifle takip ediyorum. işte bizim ailede de bolca portakal ağaçları mevcut, bunlarda en portakalı ise yengem! benim gibi yemekten pek anlamayan, yaşamak ve çevresindekileri yaşatmak için yemek yapan, malesef yenilikler konusunda bazen beceriksiz olan biri için her yaptı yemekte mucizeler yaratan biri ancak yemek gurusu olabilir. aldığım kilocukların baş sebebi, bizi misafir ettiği iki gün boyunca hem karnımızı hem gözümüzü doyurdu.
ceviz ağacından el oyması bir çeyiz sandığım var bakmaktan keyif aldığım, içi ananemin ve teyzemin el emekleri ile dolu. rahmetli ananem çok uğraştı tığ ile zincir çekmeyi öğretmek için ama beceremedim sonrasında örgü öğretti ama ördüğüm tüm atkılar yamuk yumuk oldu. yemek yapmak yerine yemekten hoşlandığım gibi elişi yapmaktansa bakmaktan hoşlanıyorum. üstteki göz nuru aynı kişinin ellerinden çıkma, hem de yıllar öncesinden gençlik döneminden kalma aynı resimdeki likör takımı gibi...
bir de bu çay altlıklarına bayıldım, kırk yıl önce hediye gelen bu set motifi, parlaklığı, rengi acayip hoşuma gitti... birbirinden farklı hikayesi olan birçok nesnenin fotoğrafını çektim o gün, hepsini ayrı ayrı beğenerek. baktığımda onu hatırlamamı istediği minik bir hediyeyi de yanıma alarak döndüm istanbula.
.
evliliklerinin 40. yılını bitiren sevgili canlarım seviyorum sizi, misafirperverliğiniz çok teşekkürler...

15 Kasım 2010 Pazartesi

en ufakları da artık iki oldu...

çok yoğunuz bu aralar, haftaiçi deli gibi iş yerinde çalışıyoruz haftasonu ise minik kuş ve oyun grubumuzla beraber aktiviteden aktiviteye, muhabbetten muhabbete koşuyoruz. bikaç hafta önce güzel bir cumartesi sabahı anneler ve veletler beraber Bağdat caddesinde ki Zuzu cafeye kahvaltı etmeye gittik. güzel düşünülmüş bir konsepti var, ön tarafta masalar ve yemek yerleri varken arka tarafta iki oda şeklinde oyun evi ve bol bol oyuncaklar var. siteyi ararken gazetede yazılan yazıları da okuma fırsatım oldu, belki ilk işe başladıkaarında çok güzel ve temiz bir yer olabilir ancak bence artık eski süksesini kaybetmiş durumda. oyuncaklar güzel evet ama pis hemde nasıl pis, lekeler artık bütünleşmiş bir çok oyuncakla... baştan aşağıya temizlik yapsalar süper gidilesi bir yer ancak ben bir daha gitmeyi düşünmüyorum...
cumartesi sabahı babaları evde bıraktık diye içimiz el vermedi pazar sabahı onları da yanımıza aldık ve 13 büyük ve 7 küçük ma-aile, cümbür cemaat Cafecadde' ye kahvaltıya gittik. pazar pazar o kadar çocuğu bir araya getirme fikri yine zuzu da olduğu gibi sevgili arkadaşım Nilgün' e aitti ve biz de bir avuç deli ona uyduk, bütün bir sabah ortalığı birbirine katmalarını izledik. bizimle aynı katta olanların biraz başı şişti biliyorum ama napalım o kadar da sık yapmıyoruz yahu... kahvaltıya gelince açık büfe çok zengindi ve tattığım herşey lezzetliydi, ortam nezih ve ilgi alaka süperdi, tavsiye ederim bi deneyin sizde.
o kadar çok program yapmışsız ki yapılan organizasyonları unutmamak için bir post-it' e yazıp masama yapıştırdım. post-it' te en hevesle beklediğim toplantımız Derin kızın doğum günüydü. biraz ağlak, biraz kavgalı ama bol muhabbetli eğlenceli bir doğum günü partisi oldu. bütün kuşlar artık mum üflemeye bayılıyor, sanıyorum alttaki fotoğrafı çekerken mumu üçüncü ya da dördüncü kez falan yaktık:)
.
sevgili blog camiası, kurban bayramınız mübarek olsun, sevdiklerinizle, sağlıklı, huzurlu ve keyifli bir bayram diliyorum....

1 Kasım 2010 Pazartesi

bak hele orda ki...

aylar önce aldık biletleri, şansa bırakmak istemedik, İstanbul' dakilerin sağı solu elli olur mu yarım gün için bile tatil planı yaparlar. ama biz de onlara uyduk, herşey bırakıp üç gün adana' ya kaçtık...
her gidişimizde neden bu kadar az kaldık diye hayıflanıyorum. adana ya hiç gittiniz mi bilmiyorum ama benim üçüncü oldu ve her seferinde daha bi çok seviyorum bu şehri. kocaman ama boş yollarını, her kavşakta karşına çıkan fıskiyelerini, kanallarını, kebapçılarını, insanlarını seviyorum. minik adam da çok sevdi, hiç sorun çıkarmadan bol bol gezdi bizimle...
bu ağaçtan daha önce hiç görmemiştim. american diyorlar, göz bebeği gibi görünen kısım aslında ağacın dalları kesildikten sonra kalan kısım ama etrafında ki göz şeklinde ki halka nesi onu bilemedim. merak ettim ve netten baktım azıcık sizde baksanıza çok garip...
buhur' da ilk defa adana ziyaretlerim sırasında gördüğüm bişey. kullanımı aileden aileye değişiyor ve isteğe bağlı yakılıyor. benim gördüğüm kadarıyla manevi bir anlamı var. reçineye benzer hafif katı bir maddeyi ateşin üzerine atılarak yakılıyor, güzel, değişik bir kokusu var...
adana' nın çook meşhur bici bicisi, yemeden dönmedik tabi... o taraflara has genelde yazın yenen ama kış çok sert geçmediği için her daim sevilen rendelenmiş buz, pişmiş nişasta, pudra şekeri ve şerbetten oluşan soğuk bir tatlı. restoranlarda, cafelerde, göl kıyısındaki seyyar satıcılarda bulunan yapması kolay yemesi keyifli bir adana geleneği...
oralara gidip cezerye yemeden dönülür mü. üniversite yıllarımda denemiştim ilk çok sevmemiştim hatta havuçtan yapıldığını duyunca çok şaşırmıştım zamanla sevdim ama. tabi bir de nerden aldığın da önemli, cezerye, çifte kavrulmuş (favorim!), tahin, helva, lokum en güzel yeni uğur' dan alınmalı! hatta yeni uğurun içine girdikten sonra kendini kaybederek alışveriş yapılmalı:)
.
sevgili adana'daki ailem, misafirperverliğiniz, sevginiz ve inanılmaz lezzetli kebaplar -fotoğraf koymadım çok acımasız olurdu:)- için çok teşekkür ederiz. kapımız her zaman açık dört gözle bekleriz:)

27 Ekim 2010 Çarşamba

can anne canan anne...

***doğum günü kutlu olsun biricik anne...***
***seni çok seviyorum***

24 Ekim 2010 Pazar

orta sıranın en önündeki kız

.bugün gelinlik giydi ve sevdiceğiyle bir ömür boyu beraber olmaya evet dedi.
.Juvekızım güleç yüzlüm bugün evlendi...
.Juvem, seni gelinlikle görünce çok duygulandım, inanılmaz güzel bir gelin olmuştun.
.sizi seviyorum, birbirinize hep böyle bakın ve aşkınız daim olsun.

20 Ekim 2010 Çarşamba

uslanmıyoruz ya ben buna şaşıyorum.

hastalık furyasından bizde nasibimizi aldık, hatta evin içinde kendi çapımızda, 3 kişilik küçük bir salgın bile yarattık. ailece antibiyotiklendik, vitaminlendik, aksırdık, tıksırdık. diğerleri iyileşti ben hala yarı sürünür vaziyette geziyorum. yıldırmadı ama bizi hastalık yine deli gibi çalıştı(m)k yine sokaklara çıktık. hatta bu halimizle tekrar başlayan oyun grubumuza bile katıldık ve kimseciklere bişey bulaştırmadık...
geçen sene az yorulmuyormuşuz gibi bu sene de oyun grubuna tekrar başlama kararı aldık. süper bir girişle tahmin edilenin üzerinde rekor bir sayıyla 9anne+9çocuk hepimiz Efe kuşun evinde toplandık. sevgili Nilgün'üm çok yorgun olmasına rağmen o kadar güzel oyunlar hazırlamıştı ki miniklere, çok güzel eğlendi veletler. müzik okulu için aldığımız cd eşliğinde toplarla denizde dalga yaptılar,
ellerine bolca oyun hamuru, kalıp ve kucaklarına da dergiler alıp oyun hamuru saati yaptılar, ortaya çıkan şekiller süperdi, evin altını üstüne getirdiler;) bir de söylemeden geçemeyeceğim hastayım bu minik ayaklara, o gün evde her boydan ayak mevcuttu:)
evin içinde bir ara çığlık sesinde konuştuklarımızı duyamaz hale geldik, rotasyonlar yaparak beş dakikalık huzur aralıkları için balkona veya mutfağa kaçtık, çok kötüyüz dimi? ama genel olarak kimse kimseyi dövmeye kalkmadı, en azından ciddi yaralanmalar olmadı diyeyim, ısırma, ağlama, büyük oyuncak kavgaları yaşanmadı. alışmışlar artık birbirlerine baya, isimlerini biliyorlar, kim kimin annesi farkındalar ve en en en güzeli birbirlerini hiç sebepsiz yere sarıp öpüyorlar.
.
sevgili kıslar,  her oyun grubunu postumun sonunda olduğu gibi sizi seviyorum diyorum. varlığınız ve arkadaşlığınız benim için çok önemli, öperim bi de cumartesi görüşürüz derim;)

6 Ekim 2010 Çarşamba

minik adama özel...

bu blogu ilk açtığımdan beri sürekli aklımda olan ve yazmak istediğim bir konu vardı. sıramı bekledim sabırla, başkalarının yazılarını okudum, muhabbetlerine sevindim, acıkta olsa imrendim. sonunda yazıyorum ve mutluyum....
seni ilk gördüğümde toplu iğne başı kadar olduğunu söylemişti doktor. babanla beraber ekrana yapışıp kalmıştık resmen, sanki ne göreceksek heyecan işte. o andan itibaren geri sayım başlamıştı bizim için ve zaman çok yavaş geçiyordu. seni ilk hissedeceğim anı beklemeye başladım, içimdeki minik kelebeği hissedeceğim anı. bir akşam babanla otururken hissettim seni, başladım ağlamaya, inanamadım. sonra minik kelebek büyüdü, minik patiler güçlendi tekmelere dönüştü. dönmedim çok fazla ama bol bol gerindin, bazen poponu bazen sırtını sıvazladım kendimce.
.
sayılı gün bitti vakit geldi ve hastanede kucağıma verdiler seni, dünyanın en güzel bebeğiydin gözlerime inanamıyordum, beraber ağladık bir süre. sonrasında ağlayarak kendini duyurmaya başladın, sesin çınladı kulaklarımda bol bol. ellerin, ayakların, parmakların o kadar minikti ki tutarken, kucaklarken canını yakmaya korkuyordum. emzirmeye başladım seni, farklı bir iletişim boyutu girdi hayatımıza. ağlama ve emzirerek anlaştık bir süre, aguların, gülücüklerin, çığlıkların katıldı aramıza. ilk "baba" dedin sonra da "nene" hatta hem bana hem ananene nene dedin, üzülmedim buna tersine sevindim.
.
uzun süre yaklaşık on kelime ile anlaştık ta ki iki ay öncesine kadar. diyolardı "bir anda oluyor, çorap söküğü gibi geliyor diye" ama ben inanmıyordum nedense. anane demeye başladı önce sonra ama (araba) ve diğerleri geldi. şimdiyse " deni... kapının... akasına...laklandı..." cümlesini bile kuruyorsun duraklayarakta olsa. birçok kelimeyi düzgün söylüyor ve doğru yerde kullanıyorsun. hatta öyle garip kelimeler biliyorsun ki kimden nasıl öğrendiğini araştırmak zoruında kalıyoruz. bazılarını ise çok farklı söylüyorsun, bunlardan çok hoşuma gidenler :

* fu: su
* lıplıp: zıpla, zıplamak
* hüp, füt: süt
* kadavi: kahvaltı
* güge: güneş
* çobat: çorap
* kankangi: karanlık
* penyame: pervane
* amaya: araba
* lekenli: yelkenli
* gambon: kamyon
* gökkü: gökyüzü
* lamıt: yardım
* kobadan: kocaman
* bididet: bisiklet
* peymim: peynir
* emmem:ekmek

minik kuşum konuşmanla bizi çok mutlu ediyorsun, güldürüyorsun, muhabbetinle mest ediyorsun... annen ve baban senin için ne diyor biliyor musun "son kafa ütücü" tamamen sevgiden ama:)

3 Ekim 2010 Pazar

cennetten bir köşeymiş yahu...

yazdım sildim, hislerimi anlatayım istedim ama olmuyo ya...
zorlamamaya karar verdim...
bu zamana kadar pek çok şey tavsiye ettim ama bu bambaşka, bir kere deneyin derim eğer bir kere ile bırakabilirseniz.... 
herşeyi unutun, kendinizi müziğin sesine bırakın ve sonsuz huzurun tadını çıkarın...
nerde mi tabi ki burda....
aaaa gitmişken de bunu deneyin söz bak kesinlikle pişman olmayacaksınız...

29 Eylül 2010 Çarşamba

doğum günleri peşi sıra gelir...

budapeşte yorgunu olan beden, valizi boşalttıktan sonra bir duş alır ve yatağa girer, tüm bu süreç zarfında beyin artık muhakeme yeteneğini kaybetmiş ve sadece önceden verilmiş kararları uygulamaktadır. sabah minik adamın konusu ile uyanınca herşeyin farklı olacağını biliyordur çünkü...
minik adamın ve sevgilimin özlemi dışında erken dönmüş olmamın bir faydası da tatlım Eylül ve tosunum Efe' nin doğum günü partilerini kaçırmamış olmamdı. harika bir marina ve deniz manzara eşliğinde pamuk prensesli bol oyuncaklı ve tıkınmalı bir doğum günü partisi oldu. ev sahibesi kelebekli Eylül prenses gibiydi...
minik adam Efe' nin doğum günü pastası süslerini çok beğendi, elinden bırakmadı hatta onlar için kavga bile etti. eve götürmek zorunda kaldığımız süsleri ertesi hafta annesine teslim ettik ki hatırası kaybolmasın diye.
diğer ev sahibi, doğum günü tosunu her zamanki gibi çok tatlıydı, etrafa gülücükler attı. geldiğimizde -evet biraz geç kaldık, ben uyanamadım doğal olarak ve hediye faslı derken...- çoktan boyaları yapılmış, takılıyorlardı.
seviyorum ben bu güzelliği, saçlarına taktıkları tokaları, elbiselerini, ayakkabılarını gördükçe kıskanıyorum valla. hem kızım olsun diye hem de süslüler diye:)
ömer... fenomen ömer... yakışıklı, sevimli, huysuz, muzip gülüşlü ömer, senin büyüyünce nasıl olacağını çok merak ediyorum gerçekten...
minik adamın deyimiyle "çokudaga" yiyen bu yaramaz velet sakindi valla o gün. her gördüğümde boyundan büyük işlere kalkışan Derin kalabalıktan mıdır nedir pek bir mülaimdi....
***kıslar sizi seviyorum, iyi ki tanışmışız, doğurmuşuz ve sonrasında kopmamışız... öpüldünüz...***

26 Eylül 2010 Pazar

nasıl bir cumartesiydi o öyle...

hatırlıyorum da eskiden ne kadar çok sirk gösterileri yayınlanırdı televizyonda tabi ki özellikle trt1' de, cumartesi günleriydi diye hatırlıyorum saat onbir sularında. sirk sevgisi çocukluktan kalma bişey benim için, babam, Eso ve ben kaçırmadan mutlaka izler ve tezahürat yapardık, daha çok akrobasi kısmını sevmeme rağmen yine de tüm gösteriyi baştan sona izlerdim nefes almadan.
enteresan bir yaşam tarzı, şehir şehir gezerek insanları eğlendirmeye çalışmak, hayatının büyük bir kısmını evden uzakta ve sürekli yollarda geçirmek, karavanı evin bilmek. benim gibi kök salmaktan, oturduğu yerde oturmaktan, düzenli yaşamaktan keyif alan biri için çok uzak bir yaşam tarzı. denenebilir belki ama kısa çok kısa bir süre için.
seyretmesi keyifli, eğlenceli ama hayvaların sahne aldığı kısımlar pek değil. hem ufak ufak korkuyorum hemde üzüyor beni o kısımlar. izlerken bir ara sevgilime 'inşallah bu hareketleri yaptırmak için çok canları yakmamışlardır' dedim yalan olduğunu bile bile. insanlar hadi seçme şansı var ama yine de böyle bir hayat tarzını seçmişler ama ya hayvanlar, etrafta onlarca kişi var, flaşlar parlıyor ve sen bir kafesin içinde ordan oraya atlıyorsun. ne bilim öyle kendi kendime üzüldüm oralarda...
ilginç olan bir nokta var ki toplam on kişilik bir gösteri kadrosuyla bütün numaraları yaptılar valla. mesela üstteki resimde gördüğünüz bu amca hem kaplan  hem de at terbiyecisi, ne alaka dimi? ya da akrobasi gösterisi yapan çift, üç- dört faklı numara için sahne aldılar. ama benim bu gösteride en keyif aldığım showlar kesinlikle palyaço Bubu' ya aitti...
.
Sabahı daha önce bahsettiğim müzik okulunda -minik adamın bir öğretmeni var artık- öğleden sonrayı sirkte akşamı ise çoluklu çoçuklu ev toplantısı ile geçirdik. Seviyorum böyle yorucu ama yoğun günleri... neyse dışarıda harika bir bahar havası bizi bekler, biz parka gidiyoruz, bekleriz. iyi pazarlar  herkese...
.
P.S. Sirk, sanıyorum bir süre daha devam edecek, bir göz atın derim;)

21 Eylül 2010 Salı

buda - tuna - peşte.

hergün bu kalenin surlarına baktım ve hergün merdivenlerden balo elbisesi giyen bir prenses inse ne güzel olur diye düşündüm. düşündüm çünkü inse hiç şaşırmazdım, manzaranın eksik parçası tamamlanmış olurdu kendimce. peri masalında çıkmış gibi bir yer burası eski çok eski zamanlardan kalma, yıkılmış ama tekrar yapılmış ama hala çok güzel. gerçi Budapeşte' nin tamamı öyle, tepe de Buda ve düzlükte Peşte arada da heybetli Tuna...
kalenin surları ile çevrilmiş çok kalabalık bir meydan burası, herkesin mutlaka ziyaret ettiği bir yer. evden uzak olmanın verdiği sıkıntı ile ilk gece doğru dürüst hiç uyku uyumadan sabahın erken saatinde kendimi dışarı attım, tertemiz bir hava vardı dışarda...
koskoca kale benimmişcesine tek başıma takıldım, başlamak üzere olan uzun haftayı düşünmeden, aklımda sadece evde habersiz uyuyan sevgililerim vardı...
bölge çok güzel korunmuş, kalenin etrafındaki binalarda gayet iyi durumda bazılarında tadilatlar devam ediyor. hatta bazı eski binalarda yaşanlar var ama çoğu süper lezzetli yemekler yapan geleneksel lokantalar ve cafelere dönüştürülmüş. onların dışında içerde ufak bir park, market, postane, hediyelik eşya dükkanlar var. ama en çok hoşuma giden bölgenin müthiş Peşte ve Tuna manzarası...
toplantılardan gündüz gezmeye hiç vakit olmadı ancak akşam gün batımına doğru kendimizi dışarı atabildik o da her akşam değil. soğuk bir şehir denebilir ama sevgilim yanıma olsaydı eminim çok beğenirdi burayı. serin ve her an yağmur yağabilecek havasıyla, mimarisiyle ve tarihiyle burası onun çok keyif alarak gezebileceği bir yer aslında...
tuna da tekne turu hem ucuz, hem keyifli hemde fotoğraf çekmek için süper bir fırsat dolu. biraz donduk ama manzara görülmeye değerdi, denizin üzerindeki yansıma bana Vangogh resimlerini hatırlattı...
bu şarabı kesinlikle ve siddetle tavsiye ediyorum; 2007 Raspi Magus Cuvee, yerli macar şarabı ve inanılmaz lezzetli. meraklısına, gitmeyi düşünenine duyurulur.
bu çorba da ünlü Goloush çorbası ama bence bildiğin etli, havuçlu, patatesli kış çorbası ya da sulu taskebap. benim tavsiyem bu çorba yerine ördek eti denemeniz bence süperdi...
5 gün boyunca inanılmaz yoruldum ama en önemlisi sevgilimi ve minik kuşumu çok özledim. ilk defa evden bu kadar uzak kalmak zor geldi, minik adamın terli atleti ve sevgilimin sesi ile idare etmek zorunda kaldım. şimdiden söyleyeyim bir dahaki sefere nilo ya gitmez ya da uçak bileti üç kişilik alınır valla o kadar...