29 Mart 2010 Pazartesi

hımmm...

kalem ve rimel olmasa gözlerim iki kocaman üzüm gibi şu anda,
hafif bir sızlama hissediyorum, uykusuzluktan değil ama çok uyumaktan :)
yoğun geçen çalışma günlerinden ve misafirli haftasonunun ardından
dün akşam saat dokuzu bulmadan minik adamla koyun koyuna uyuya kalmışsız.
nasıl iyi geldi anlatamam, arada bir yapmak lazım gerçekten, kendime geldim resmen.
ama en güzel yanı da gece yarısı uyanıp "oooh sabaha daha çok var" deme kısmı.
uyku uykuyu getirir misali serviste bile gözüm açılmadı, bir o yana devrildim bir bu yana.
.
.
ben misafirlerimle uğraşırken sevgili hamiş kişi Dolunay sobelemiş beni, 
bu sefer ki sobenin konu başlığı "2009 neden iyi geçti?" ...
cevaplamak için düşünürken fark ettim ki aslında genel olarak güzel bir seneydi 2009.
peki neden iyi geçti kısmına gelince biraz toparlayalım bakalım:
* ailemin ve tüm sevdiklerimin sağlığı ve afiyeti yerindeydi.
* minik adam geçen sene biraz daha bebeklikten çocukluğa geçti ve her adımında yanındaydık.
* 5 haftacıkta olsa, göz açıp kapayıncaya kadar da geçse 2009' da Esat' ımı gördüm ve oğlumla oynamasını izledim.
* bloggerlar arasına katıldık, anlaşıldığımı hissettiğim, birçok düşüncemi paylaştığım bambaşka bir ortama girdim.
* hayat hiçbir zaman toz pembe değil ve herşeye rağmen huzurumuz bozulmadı ya, çok şükür...
geçen sefer ebeleri sobelemiştim bakalım şimdi de başabilecek miyim? :)
and the sobe goes to: Juvekız, Füsfüs, Melike, Eylem ve Çillim....

25 Mart 2010 Perşembe

all i need is a pop!


chicken translate:
- merhaba bitki, tekrar ben.
- nasılsın?
- eğer üzerine kabul edilemez beklentiler yüklediysem özür dilerim.
- ama son zamanlarda çok şeyler oluyor.
- beni neşelendirecek bişeyler yaparsın diye ümit ediyordum.
- pop ;)

22 Mart 2010 Pazartesi

beyaz dizi...

çalışkan arı Maya gibiyim bu aralar, kendimi işe adamışım, ha babam de babam çalışıyorum...
işe gidiyorum, klavyenin başında oturup toplantılar dışında kalkamıyorum bir türlü.
eve geliyorum, bir bakıyorsun mutfaktayım, bir bakıyorsun perde ütülüyorum, bir bakıyorsun minik adamla boya yapıyoruz.
annem bu duruma "otomatiğe atmak" diyor, komik ama öyle ama gerçekten :)
sadece bende değil, annem ve sevgilim de aynı durum da, ne oldu bize böyle yahu?
.
fotoğraflar kahvaltı masasını bile toplamadan kendimizi sokağa attığımız pazar sabahından.
sokakta in cin top oynarken sahil yolu cıvıl cıvıldı, bisiklete binenler, yürüyüş yapanlar, puset doluydu heryer.
daha önce de gitmiştik bu kumsala ama bu sefer poyrazında etkisiyle taşlı ve yosunluydu.
önemsemedik, güneşlendik, minik adam ananesi ile denize taş attı, kumları mıncıkladı.
Tarçın katıldı aramıza top oynadık biraz da...

nasıl güzel bir haftasonuydu bu böyle, güneş içimdeki tüm karamsarlıkları silip götürmüştü.
ama offf bugün yine pazartesi, yine işteyim ve yine minik adam evde, dışarda ise hava mis.
motivasyon sürünüyo anlayacağınız, halbuki daha geçen hafta bu tatlı kadın bana bi dolu güzel şey yazmıştı.
okudum da tekrar yazdıklarını ve şimdi kendi kendime veriyorum gazı:
hadi be kızım nilo, bu hafta geçsin bak herşey çok daha iyi olucak,
olmasa bile her haftanın sonunda cumartesi, pazar var ama dimi?
bittiğine her daim mutlu olmak için yeterli bir sebep;)
hem ne kadar laf söylesende sen yaptığın işi seviyorsun, bunu unutma.
hadi kaydı yayınla da çalışmaya başla artık, ama önce kahveni iç;)
.
P.S. iyi haftalar herkese bu gaz size de gelsin;)

13 Mart 2010 Cumartesi

mr. parmak...

dün akşam tam 10. gündü, minik adamın ananesi "hadi tamam, çıkaralım artık" dedi,
ofisten çıktığımdan beri aynı şeyi düşünüyordum bende, eve gider gitmez ateli çıkarmayı...
ilk başta biraz huysuzlandı, çıkartmak istemedi, acıyacağını düşündü herhalde bilmiyorum,
çıkartıp elini yıkadıktan sonra sakinleşti ve parmağını göstemeye başladı hem de sürekli, bir süre elini kullanmadı hatta.
parmak gayet iyi, şişme veya kızarıklık yok sadece tırnağında hafif bir morarma var,
doktoru ile konuştuk, herşeyin iyi olduğunu, endişelenmemizi söylediğinden beri rahatız...
.
ateli taktığından beri resim çalışmalarına ara vermiştik, kaldığımız yerden tam gaz tekrar başladık.
geçen haftalarda çok severek takip ettiğim bir blogun mail grubundaki kitap tavsiyesini dikkate alıp,
Susan Striker'ın "Çocuklarda Sanat Eğitimi" kitabını almıştım, ne zamandır bahsetmek istiyordum zaten.
henüz kitabın tamamını okuyamadım ama okuduğum kısımların bol bol altını çizip notlar aldım.
yazara göre: "nasıl çocuğun sağlığı konusunda sorumluluk almak için doktor olmak gerekmiyorsa,
onun sanatsal etkinliklerini denetlemek, yönlendirmek için de iyi resim yapmak veya sanatçı olmak gerekmez."
benim gibi resimin r' sinden anlamayan bir anne için kitap daha ilk sayfadan gönlümü çeldi anlayacağınız:)
içinde çizime, boyamaya, baskıya, kağıta, heykele, renklere, şekillere ayrı ayrı yer verilmiş.

okuyunca hoşuma gidip altını çizdiğim birkaç cümle:
- yaratıcılık, bir yetenekten çok bir davranış biçimidir.
- çocuk iki yaşının altındaysa ve siz duvarları çizmesinden şikayetciyseniz pastel boyaları görebileceği ama ulaşamayacağı biryerde muhafaza etmelisiniz. Bu şekilde sizden kalemleri istemesini sağlayabilir, çalışmasını denetleme şansı yakalayabilirsiniz.
- çocuğunuza boyama kitapları, numaralı boyama gibi yaratıcılığını engelleyen malzemeler sunmayın.
-çocuğunuza pozitif örnek olun ve resimlerini çerçeveleyip evin en güzel yerine asın.
- yaptığı bir resmi niçin beğendiğinizi ifade edin ve resim üzerine konuşturması için onu yönlendirin.
-büyük bir evrak çantası alın ve resimlerini burda saklayın.
-boş bir defter alıp seyahatlerde bile yanınızda ayırmayın.
kitapta hangi malzeme ile ne tür aktiviteler yapılabaleceğine de yer verilmiş, keyifle okuyorum, tavsiye ederim.
.
yoğun ve kasvetli bir haftadan sonra güneş tüm sıkıntımı, tasamı aldı götürdü sanki,
minik adam uyansın da güneşli cumartesinin keyfini çıkaralım...
iyi hafta sonları herkese :)

11 Mart 2010 Perşembe

kayboldum hükümsüzüm...

kafam çok karışık, sürekli bir yerlere notlar alıyorum, olur da bişeyler unutursam diye, listelere boğuldum.
alışveriş listesi, eklenecekler listesi, yapılacaklar listesi, değiştirilecekler listesi...
çalışan anne olmanın hatta çok çalışan anne olmanın zorluğu tüm ağırlığıyla omuzlarımla bugünlerde.
evimde kafam rahat vakit geçirmeyi, sevgilimle film seyretmeyi, minik adamla resim yapmayı özledim.
en kötüsü de bu durum ne zaman biter onu bilmiyorum, bu belirsizlik acayip bir rahatsızlık kaynağı...
.
10 dakika öncesine kadar herşey güzeldi gibi bir yalan söylemeyeceğim ama en azından fena değildi.
ama nasıl olduysa az önce tüm motivasyonumu dosyalar arasında kendimle birlikte kaybettim.
sinirli değilim, garip bir huzursuzluk hali içindeyim, acayip bağırasım ve ağlayasım var.
eskiye göre çok daha kolay ağlar oldum ama iş yerinde olur mu hiç.
.
kendimi sokaklara, çimlere, kumlara atasım yok sadece ve sadece eve gitmek istiyorum, mümkünse hemen...

P.S.1 resmi koyduktan sonra aklıma geldi, sevgilim "umut, ızdırabı arttırır" der, bense "onsuz da olmuyo be" diyorum...
P.S.2 tüm bloggerları ve bebişleri ayrı ayrı özledim, çok yorum veya yazı yazamıyorum belki ama nilo hala buralarda, bilginize...
görsel:burdan

8 Mart 2010 Pazartesi

8 Mart...

dünya kadınlar gününde doğan sevgili babama:
.doğum günün kutlu olsun canım, iyi ki varsın ve benim babamsın.
.çok şey öğrendim senden, upuzun yaşa ve öğretmeye devam et emi.
.balkabağın nilo seni çok seviyor.

P.S. 8 Mart diye başlık attıktan sonra kutlamamak olmaz dimi? Bu vesileyle Nilo, tüüüm blog camiasında ki süper annelerin, anne adaylarının ve yazarların dünya emekçi kadınlar günün kutlar, herkesi tebrik eder, öper, sarar...

6 Mart 2010 Cumartesi

günün replikleri...

cuma sabahının erken saatleri, ortopedi doktorunun odası:

doktor: gayet iyi görünüyor, parmak pembe renkte ve tırnak dibi morarmamış.
anne: kontrol ediyorum sürekli, peki tırnak yine de düşer mi?
doktor: büyük ihtimalle hayır.
anne: harika, peki ne kadar daha kalması gerekiyor atelin, bugün 2.günü.
doktor: 10 gün ile 2 hafta arası kalmasında yarar var.
anne: peki. ağrısı yok sanıyorum, ateli heryere vurup sesini dinliyor.
doktor: aa çok iyi, baya iyileşmiş o zaman. huysuzluk yaparsa bir ölçek ibufen verin.
anne: tamam,teşekkürler....
anne ve baba mutlu mesut hastaneden ayrılırlar...

cuma akşamı uyku öncesi muhabbet:

anne: deniz, elin acıyo mu annecim?
deniz: .... -hayır anlamında başını sallar-
anne: canım beniiim, anneye yanaktan bir öpücük verir misin peki?
deniz: ıııhhh -yanağını uzatır-
anne: deniz, sende anneyi öper misin?
deniz: ııııhhhh -annenin yanağı salya içinde kalır-
anne: seni çok seviyorum ben, biliyomusun?
deniz: ... -evet anlamında başını sallar-
anne: sende beni seviyo musun peki?
deniz: ... -evet anlamında başını sallar-
ikisi bir saniye birbirine bakarlar ve:
deniz: ... -annenin boynuna sıkıca sarılır-
anne: ... -mutluluktan gözleri dolar, tutamaz 2 damla yaş döker-

cumartesi günün öğle saatleri:

eve nerdeyse mutlak bir sessizlik hakimdir, tek ses mutfakta ki ocaktan gelen tencere tıkırtısıdır. anane evden işe gitmek için yeni çıkmış, anne ise klavye başında öğle kahvesini içmektedir. minik adam da odasında boboya sarılmış uyumaktadır...

deniz: ... -ağzında emzik mışıl mışıl uyur-
anne: ... -yüzünde mutlu bir gülümsemeyle kaydı yayınlaya basar-

3 Mart 2010 Çarşamba

çelik kapı mağduru...

...saklambaç oyununun hazin sonu...
...çok ağladı, çok ağladım...
...kendimi suçluyorum hem de nasıl...
...tek tesellim kırık değil sadece doku zedelenmesi...

2 Mart 2010 Salı

öylesine bir yazı...

minik adamla kendimizi sanata vurduk bu aralar, bir akşam elimizde parmak boyası bir akşam pastel.
ana-oğul her yerimiz boya olana kadar resim yapıyoruz, konusuz, serbest uçma tekniğiyle...
iki şeyden çok keyif alıyo, biri sandalyesini boyamaktan diğeri de masanın üzerine çıkıp öyle resim yapmaktan.
sulu boya ve fırça olayına gireceğiz yakında, sever belki, bakalım...
.
yoğun çalışıyorum bi de bu aralar, sürekli bişeyler daha ekleniyo, iş rüyama girmeye bile başladı,
geçen gece bağırarak uyandım, sevgilim yakaladı kolumdan, nereye gidiyorsam artık,
sabah söyledi "bölgeleri değiştirmeyi unuttum galiba" demişim, fırlayıp işe gidiyordum herhalde;)
.
öğle yemeğinde kaçamak yaptım yine bugün, ikea sokaklarına daldım,
mini mini çerçeveler aldım minik adamın odası için, resimlerini bastırdım bile az önce.
akşam evde hummalı mobilya kurma bir çalışma var, sevgilim kitaplık ve masa kuracak.
minik adamın odası ile ilgili aklımda çok şey var diyordum ya hayata geçirmeye başladım sonunda,
tek ihtiyacım darbeli matkap, onu da buldum mu iş tamam
...
.
harika bir İstanbul sabahından sonra dışardaki hava şaka gibi, çok tatsız.
ama ben garip bir keyif hali içerisindeyim, hayrolsun diyorum...

görsel:burdan