26 Kasım 2010 Cuma

muhabbetler vol.1

sabahın erken saatleridir hatta anneye göre o kadar erkendir ki kargalar bile henüz kalkmamıştır. minik adam her zaman ki gibi saati umursamadan kalkmış ve bir yandan annesini poposuyla yataktan iterken bir yandan "şalona şalona" diye bağırmaktadır. çaresiz acıkta olsa belki koltukta uyuklarım ümidiyle yataktan kalkan anne, minik kuşunun bezini değiştirir, çoraplarını giydirir ve beraber salona giderler. uyumaya devam etmek istemektedir ama minik adam muhabbet etme havasındadır...
...uyku kaçamakları...
minik adam:  ayabalaay çok hızlı gidiyolaay..
anne: eveeet kuşum.
minik adam: önleyine hiiç bakmıyoylay...
anne: bazıları bakıyo ama annecim.
minik adam: annem, siyah ayabanın tekeyleyi bozulmuuuş.
anne: nasıl, tamir edelim hemen?
minik adam: toynavida ile çeviyelim onu.
anne: tamam annecim, başka nesi bozulmuş?
minik adam: önü bozulmuş, ateşe çaypmıış..
anne: aaa ateşe mi çarpmış?
minik adam: hıı, patladı ateş, ayabadan indiler sonya..
anne: kim onlar annem? (aksiyon filmi mi başladı?)
minik adam: abla, abi onlaaayy...
anne: ?!?!?!
...uyku kaçamakları...
minik adam: beyaz ayaba takla atttıııı...
anne: kaza mı oldu? (film bitmedi mi hala?)
minik adam: kaza oldu galibaaaa.
anne: yaralı var mı? ambulans çağıralım?
minik adam: ambulans geldiiiiii, üiüiüi dediiiii...
anne: ?!?!?
...uyku kaçamakları...
minik adam: annesi, köppü yapalııım.
anne: olur aşkım.
minik adam: beyabey köppüden geçsinleeerr.
anne: tamam geçsinler.
minik adam: önce sayı sonya kıymızı geçsin. ambulansta geçsssiiin.
anne: sırayla geçsinler.
minik adam: aaa az daha çapıcaklardı!
anne: neden ki?
minik adam: küüüt küüütttt, anne hiç önleyine bakmıyolaaaarrr...
anne: ?!?!?! (yine başlıyoruz???)
foto by Luna

21 Kasım 2010 Pazar

.emzik bırakma günlüğü.

benim oğluma...
.
aşkım, bayramın ikinci gününden beri emzik vermiyoruz sana. her sorduğunda "emzik tekirdağ' da kalmış" diyoruz, "emzik verim mi sana?" diye soruyorsun, "didip alalım" diyorsun, hatta bir sefer "aağlaaay didip alalım" dedin. ilk birkaç gün her saat başı emziğini sordun, eve gelince, uykudan uyanınca, arabaya binince, banyodan çıkınca, yatağa yatınca, sabah uyanınca, her olay öncesi ve sonrası sordun. şimdilerde ise sanki biraz daha azaldı gibi ama belli olmuyor her an aklına gelebiliyor. emziğinin yokluğunda batti' ye iyice düşkünleştin, bari onu kurtarayım der gibi göremediğinde ya da azıcık geç aldığında ağlıyorsun.
.
aslında baban da bende emzik karşıtı değildik hatta emziğini bizde çok seviyorduk, bizi rahatsız etmiyordu. ama dişlerinin şekli bozulmaya başladı annecim, doktorun çok daha önce söylemişti bıraktırmamızı ama biz kıyamıyorduk çünkü emziğini çok sevdiğinin farkındaydık. tatilde durumun artık çok ilerlediğini kabul ettik ve anlık aldığımız bir kararla emziğini vermemeye karar verdik. evdeki, çantalardaki bütün emzikleri dolabının üstündeki sepetin içine kaldırdık annecim, orda olduğunu biliyormuşcasına durup durup "bakalım oyaya" diyorsun. bazen o kadar ağlamaklı o kadar içten istiyorsun ki emziğini vermemek için gerçekten kendimi zor tutuyorum. suçluluk duygusuyla karışık üzüntü duyuyorum, tek dileğim bu durumun çok uzun sürmemesi...
.
annesinin kuzusu, son döneme ait emzikli fotoğrafını aradım ama bulamadım. ararken fark ettim ki annen hep emziksiz çekmiş senin fotoğraflarını. bir daha emzikli fotoğrafını istesemde çekemeyeceğim aklıma gelince üzüldüm biraz. yazdan kalma beraber bu fotoğrafımızı buldum, beğendim, özür dilerim ama mecburum aşkım emziğini veremem çünkü seni çok çok çok seviyorum...

20 Kasım 2010 Cumartesi

yaz mı geldi yoksa ben mi yanılıyorum?

dün dolapları düzeltirken kutunun içinde duran çam ağacı süslerini ve poşette bir kenara kaldırdığım çam ağacını görünce nasılda mutlu olmuştum, hatta yeni yıla girerken kar yağar mı diye de heyecanlanmıştım. hava bu kadar sıcakken nasıl kar yağsın diye yakınan bir tarafım bir anda hava değişir fırtına çıkar diyen diğer tarafımla çelişiyor. aslında ne istediğimi çok iyi biliyorum ama nasıl olacağını bilmiyorum...
.deli gibi kar yağsın istiyorum ama üşümek istemiyorum.
.güneşli havada minik adamla kardan adam yapmak istiyorum.
.yağmur yağsın fırtınalar kopsun ama gezerken üstüm, ayaklarım ıslanmasın istiyorum.
.her taraf bembeyaz olsun ve iş, okul, hayat tatil olsun istiyorum.
.aralıkta da güneşlenmek istiyorum.
annesinin ne istediğinden bi haber "anne, hava çook güseeel" diye uyanan minik adamla beraber sabahın köründe kendimizi deniz kenarına attık ve kasım ayında güneşlendik...

18 Kasım 2010 Perşembe

the guru

bayram başlamadan keşke acık daha uzun olsaydı diye düşünen bünye şimdi "ne kadar yemek yediğinin farkında mısın, bitsin artık ve yemekten vazgeç!" diye inliyor. aldığım kilocuklar (ne kadar bilmiyorum, sormayın:) bayram bitince üstüme yapışıp kalmaslar bari, yoksa hali hazırda dolap bekleyen popoma girmeyen kıyafetlerimin sayısı daha da artacak. rejim yapmam lazım ama ortada önemli bir sorun var, karşınızda otuz yaşına gelmiş ama hayatı boyunca hiç rejim yapmamış biri var!  
geçen haftalarda başladım mesela, nutella rejimine ama saçma di mi:) bakınız üstteki resimde de görüldüğü üzere çikolata değil inanılmaz lezzetli kabak tatlı götürüyorum. portakal ağacı' nı duydunuz mu hiç, duymadıysanız mutlaka bakın derim, harika tariflerini ve müthiş sofralarını keyifle takip ediyorum. işte bizim ailede de bolca portakal ağaçları mevcut, bunlarda en portakalı ise yengem! benim gibi yemekten pek anlamayan, yaşamak ve çevresindekileri yaşatmak için yemek yapan, malesef yenilikler konusunda bazen beceriksiz olan biri için her yaptı yemekte mucizeler yaratan biri ancak yemek gurusu olabilir. aldığım kilocukların baş sebebi, bizi misafir ettiği iki gün boyunca hem karnımızı hem gözümüzü doyurdu.
ceviz ağacından el oyması bir çeyiz sandığım var bakmaktan keyif aldığım, içi ananemin ve teyzemin el emekleri ile dolu. rahmetli ananem çok uğraştı tığ ile zincir çekmeyi öğretmek için ama beceremedim sonrasında örgü öğretti ama ördüğüm tüm atkılar yamuk yumuk oldu. yemek yapmak yerine yemekten hoşlandığım gibi elişi yapmaktansa bakmaktan hoşlanıyorum. üstteki göz nuru aynı kişinin ellerinden çıkma, hem de yıllar öncesinden gençlik döneminden kalma aynı resimdeki likör takımı gibi...
bir de bu çay altlıklarına bayıldım, kırk yıl önce hediye gelen bu set motifi, parlaklığı, rengi acayip hoşuma gitti... birbirinden farklı hikayesi olan birçok nesnenin fotoğrafını çektim o gün, hepsini ayrı ayrı beğenerek. baktığımda onu hatırlamamı istediği minik bir hediyeyi de yanıma alarak döndüm istanbula.
.
evliliklerinin 40. yılını bitiren sevgili canlarım seviyorum sizi, misafirperverliğiniz çok teşekkürler...

15 Kasım 2010 Pazartesi

en ufakları da artık iki oldu...

çok yoğunuz bu aralar, haftaiçi deli gibi iş yerinde çalışıyoruz haftasonu ise minik kuş ve oyun grubumuzla beraber aktiviteden aktiviteye, muhabbetten muhabbete koşuyoruz. bikaç hafta önce güzel bir cumartesi sabahı anneler ve veletler beraber Bağdat caddesinde ki Zuzu cafeye kahvaltı etmeye gittik. güzel düşünülmüş bir konsepti var, ön tarafta masalar ve yemek yerleri varken arka tarafta iki oda şeklinde oyun evi ve bol bol oyuncaklar var. siteyi ararken gazetede yazılan yazıları da okuma fırsatım oldu, belki ilk işe başladıkaarında çok güzel ve temiz bir yer olabilir ancak bence artık eski süksesini kaybetmiş durumda. oyuncaklar güzel evet ama pis hemde nasıl pis, lekeler artık bütünleşmiş bir çok oyuncakla... baştan aşağıya temizlik yapsalar süper gidilesi bir yer ancak ben bir daha gitmeyi düşünmüyorum...
cumartesi sabahı babaları evde bıraktık diye içimiz el vermedi pazar sabahı onları da yanımıza aldık ve 13 büyük ve 7 küçük ma-aile, cümbür cemaat Cafecadde' ye kahvaltıya gittik. pazar pazar o kadar çocuğu bir araya getirme fikri yine zuzu da olduğu gibi sevgili arkadaşım Nilgün' e aitti ve biz de bir avuç deli ona uyduk, bütün bir sabah ortalığı birbirine katmalarını izledik. bizimle aynı katta olanların biraz başı şişti biliyorum ama napalım o kadar da sık yapmıyoruz yahu... kahvaltıya gelince açık büfe çok zengindi ve tattığım herşey lezzetliydi, ortam nezih ve ilgi alaka süperdi, tavsiye ederim bi deneyin sizde.
o kadar çok program yapmışsız ki yapılan organizasyonları unutmamak için bir post-it' e yazıp masama yapıştırdım. post-it' te en hevesle beklediğim toplantımız Derin kızın doğum günüydü. biraz ağlak, biraz kavgalı ama bol muhabbetli eğlenceli bir doğum günü partisi oldu. bütün kuşlar artık mum üflemeye bayılıyor, sanıyorum alttaki fotoğrafı çekerken mumu üçüncü ya da dördüncü kez falan yaktık:)
.
sevgili blog camiası, kurban bayramınız mübarek olsun, sevdiklerinizle, sağlıklı, huzurlu ve keyifli bir bayram diliyorum....

1 Kasım 2010 Pazartesi

bak hele orda ki...

aylar önce aldık biletleri, şansa bırakmak istemedik, İstanbul' dakilerin sağı solu elli olur mu yarım gün için bile tatil planı yaparlar. ama biz de onlara uyduk, herşey bırakıp üç gün adana' ya kaçtık...
her gidişimizde neden bu kadar az kaldık diye hayıflanıyorum. adana ya hiç gittiniz mi bilmiyorum ama benim üçüncü oldu ve her seferinde daha bi çok seviyorum bu şehri. kocaman ama boş yollarını, her kavşakta karşına çıkan fıskiyelerini, kanallarını, kebapçılarını, insanlarını seviyorum. minik adam da çok sevdi, hiç sorun çıkarmadan bol bol gezdi bizimle...
bu ağaçtan daha önce hiç görmemiştim. american diyorlar, göz bebeği gibi görünen kısım aslında ağacın dalları kesildikten sonra kalan kısım ama etrafında ki göz şeklinde ki halka nesi onu bilemedim. merak ettim ve netten baktım azıcık sizde baksanıza çok garip...
buhur' da ilk defa adana ziyaretlerim sırasında gördüğüm bişey. kullanımı aileden aileye değişiyor ve isteğe bağlı yakılıyor. benim gördüğüm kadarıyla manevi bir anlamı var. reçineye benzer hafif katı bir maddeyi ateşin üzerine atılarak yakılıyor, güzel, değişik bir kokusu var...
adana' nın çook meşhur bici bicisi, yemeden dönmedik tabi... o taraflara has genelde yazın yenen ama kış çok sert geçmediği için her daim sevilen rendelenmiş buz, pişmiş nişasta, pudra şekeri ve şerbetten oluşan soğuk bir tatlı. restoranlarda, cafelerde, göl kıyısındaki seyyar satıcılarda bulunan yapması kolay yemesi keyifli bir adana geleneği...
oralara gidip cezerye yemeden dönülür mü. üniversite yıllarımda denemiştim ilk çok sevmemiştim hatta havuçtan yapıldığını duyunca çok şaşırmıştım zamanla sevdim ama. tabi bir de nerden aldığın da önemli, cezerye, çifte kavrulmuş (favorim!), tahin, helva, lokum en güzel yeni uğur' dan alınmalı! hatta yeni uğurun içine girdikten sonra kendini kaybederek alışveriş yapılmalı:)
.
sevgili adana'daki ailem, misafirperverliğiniz, sevginiz ve inanılmaz lezzetli kebaplar -fotoğraf koymadım çok acımasız olurdu:)- için çok teşekkür ederiz. kapımız her zaman açık dört gözle bekleriz:)