Paolo Giordano' nun ilk kitabı Asal Sayıların Yalnızlığı...
Sevgilim almış getirmiş bu kitabı geçen haftalarda, bir çırpıda okudu. Bitirince ne düşündüğünü sorduğumda "eh fena değil, okunabilir" yorumunu aldım. Aslında O'nun dilinde bu "okuma istersene" eşit ama işte hem meraktan -öyle dedi ya- hemde itiraf ediyorum ismine tav olduğumdan başladım okumaya.
Geçirdiği kayak kazası sonucu topal kalan Alice hem ailesi ile yaşama hemde sosyalleşme sorunları yaşamaktadır. Parkta engelli kız kardeşini kaybeden Mattia ise kardeşinin aksine bir matematik dehasıdır ve hemen hemen her dahi gibi anlaşılamama problemi vardır. İkili bir yandan kendi dertleri ile uğraşırken bir yandan da birbirlerine destek olmaya başlarlar.
Yazar, nükleer fizikçi ve kitapta İtalya' nın en çok satan kitaplarından biri olduğu gibi İtalya' nın en prestijli ödüllerinden biri olan Premio Strega ödülüne de sahip. İki "anormal" karakterin aşkını anlatan yazar onlara anormal demektense asal sayı demeyi tercih etmiş. Çünkü asal sayılar diğer tüm sayılardan farklıdırlar, sadece 1' e ve kendine bölünürler. Bu iki asal sayının hayatları kesişir kesişmesine ama asallık yalnızlık demektir aslında.
Kitap, özünde bir aşk hikayesi. Basit, rahat okunası ve akıcı bir dile sahip. Genel fikrime gelince başyapıt denemez ama fena da değil...
Paulo Coelho' nun son kitabı Kazanan Yalnızdır...
Yazarın -herseferinde soyadını telafuz ederken zorlanıyorum valla:)- okuduğum sekizinci kitabı. Bikaç kitabı hariç diğerlerini çok beğendiğimden kesinlikle her zaman okuyacağım yazarlardan biri...
Kitap, satırlar arasına gizlenmiş mesajlarıyla hala hayattan aradığını bulamayan, hırsları olan, başarı peşinde koşanlara pek hitap etmiyor aslında çünkü daha çok mevkin, bankadaki hesabın, dolabındaki giysilerin, arkadaş çevren, işin vs. ne olursa olsun içinde, kendi özünde nasıl hissettiğinle, hislerine karşı farkındalığınla alakalı.
6 farklı kişinin 24 saatten daha kısa bir zamanda hayatlarındaki değişimlerinin anlatıldığı kitapta olayların merkezinde zengin ve başarılı bir Rus işadamı olan İgor var. İgor, kendisini terk eden karısının peşine Cannes' a gider ve O' na olan sevgisini dünyaları yok ederek yani cinayet işleyerek göstermeye başlar. Cinayet derken kan gövdeyi falan götürmüyor, esas konu yazarın sinema, moda ve sanayi sektörünün insanlıktan uzak, acımasız, gösteriş üzerine kurulu dünyasını tüm netliğiyle gözler önüne sermesi.
Okuyucusunu, içsel yolculuğa çıkarmada çok başarılı olan yazar yine buna benzer ama biraz daha farklı bir yolculuk yaşatıyor bu kitabında. Çok güzel bir Arap atasözü kaldı aklımda: "çocuklarına hem kök hem kanat verebilene ne mutlu" diye, çok anlamlı geldi bana... Severek okudum, okumak isteyenlere tavsiye olunur...
Stefan Zweig' in ilk okuduğum kitabı Bir Kadının Yaşamından 24 saat ve Bir Yüreğin Ölümü...
Kitap, iki bağımsız hikayeden oluşuyor. Sevgilim okudu önce -aldığım nerdeyse tüm kitaplarda olduğu gibi- "ilk hikayeyi ikinciye göre daha çok beğendim" yorumun yaptı, herzamanki gibi merak ettim bende ve elimdeki kitabı bi kenara koyup başladım okumaya.
Her iki hikayede de benzer bir tema var aslında, hayatlarını yaşayamamış, karşılarına çıkan önemli fırsatı değerlendirememiş iki ayrı karakterin hikayesi anlatılıyor. İlk öyküde Mrs. C.' nin yaşamında 24 saat içinde yaşadığı inişler, çıkışlar, değişimler ve hayal kırıklığı anlatılıyor. Öykünün yazıldığı seneye ve yazara uygun olarak bol tasfirli bir anlatım vardı, normalde çok sevmediğim bir yazım tarzıdır ancak bu öyküde rahatsız olmadım. İkinci öykü ise tüm hayatını, tek çocuğu ve karısı için çalışarak geçirmiş bir adamın, bir anda onların gözündeki yerini anlamasıyla yaşadığı hayal kırıklığını, hislerini anlatıyor.
Her iki öyküyüde, karakterlerin hareketlerinden çok olaylara bakış açılarını, düşüncelerini detaylandırdığı için beğenerek okudum. Freud' a ve psikolojiye ilgisi ile bilinen yazarın başka kitaplarını okurum diye düşünüyorum...
Have a Delicious Weekend.
1 gün önce
2 yorum:
mail adresin niye yok bakiim senin?
bana bir mail atar mısın cicim:)
Füüüüsss, var şekerim:D atarım, öptüm
Yorum Gönder